Yazar: admin

  • Mulakat Güvercinler

    imagesMakaracı ırklarımızdan biridir. Ülkemizde “Mülakat” adı ile tanılan bu güvercinler dünya üzerinde, “Mülakat Roller” ve “Mulakat Roller” adı ile bilinmektedirler. Mülakat, Arapça birleşme, uzlaşma, görüşme anlamına gelen bir kelimedir. Bu ırka mülakat adı verilmesinin nedeni, Bursa ( oynar ) ırkımız ile, yabani güvercinlerin  ( Columba livia ) eşleştirilmeleri sonucu geliştirilmiş olan bir ırk olmasından kaynaklanmaktadır. İsim olarak Arapça bir ad taşıması bu birleşmenin muhtemelen Osmanlı devleti dönemlerinde gerçekleşmiş olduğunu göstermektedir. Uçuş yeteneklerinin artırılabilmesi için yabani güvercinlerle sürekli eşleştirilmeleri belli bir süre sonra ortaya farklı bir ırkın çıkmasını getirmiştir. Günümüzde Mülakat ırkı, Bursa güvercinlerine akraba olan ancak bu ırktan tamamen farklı ayrı bir ırktır.

    Bazı yetiştiricilerimiz Mülakat ırkını, Bursa ırkının bir renk çeşidi gibi algılamaktadırlar. Bu kesinlikle doğru bir tanımlama değildir. İki farklı ırkı alıp birbiri ile kırdıktan sonra ortaya yeni bir güvercin tipi çıkarmayı becerebildiysek, bu yeni tip eşleştirdiğimiz ırklardan birinin renk tipi olarak algılanamaz. Bu iki ırk akraba olmakla birlikte ayrı genetik yapılara sahiptir. Mülakat ırkının en belirgin genetik farklılığı kuyruk telek sayısı ve kuyruk üstü yağ bezesi konusundadır. Mülakatlarda kuyruk telek sayısı 14 tanedir ve kuyruk üzeri yağ bezesi bulunmaz. Bursa güvercinlerinde ise kuyruk telek sayısı 12 olup kuyruk üstü yağ bezesi bulunur. Bunun yanı sıra Bursa ırkının kendine özgü fiziksel özelliklerinin bir çoğu Mülakatlarda bulunmaz. Kafa biçimi, gaga biçimi ve rengi, vücut biçimi gibi bir çok temel özellik Mülakatlarda farklıdır. Ayrıca Mülakatlarda ayaklar biraz daha kısa olur. Bursa ırkında ize ayaklar daha uzundur.

    Mülakat ırkı bugün sayıca çok azalmıştır. Daha önceleri yaygın olarak yetiştirildikleri Bursa ili ve çevresi ile İstanbul’da artık çok az rastlanmaktadırlar. Mülakat ırkımız da makaracı ırklarımızdan biridir. Uçarken makara yapma özelliklerinin iyi olduğu belirtilmektedir. Diğer makaracı ırklarımız gibi uzun ve yüksek uçma özelliklerine sahiptirler.

    Mülakatlar yabani güvercinlerle eşleştirme sonucu geliştikleri için renk olarak bu güvercinlere benzerler. Mülakatlarda temel renk mavidir. Aynı yabani güvercin gibi kanatlarının üzerinde iki sıra kalem ( şerit ) bulunur. Ancak yabani güvercinden farkları kanat ve kuyruk teleklerinin beyaz olmasıdır. Kanatlarını kuyruk üzerinde taşıyan bu ırkımızda, kanatlarda 7 ye 7 formu ve kuyruk teleklerinde ise tamamının beyaz olması tercih nedenidir. Kırkanatlık ve kuyruk teleklerindeki siyah tüyler istenmeyen özelliklerdir.

    Bu güvercinlerde temel renk mavi olmakla birlikte farklı tonlar bulunmaktadır. Koyu mavi ( dumanlı ),  açık mavi ve çinili ( kirli ) olmak üzere üç renk tipine rastlanmaktadır.

     

    FİZİKİ ÖZELLİKLERİ

    Mülakatlarda kuyruk telek sayısı 12 tanedir ve kuyruk üzeri yağ bezesi bulunur. Bu açıdan Bursa ırkımıza benzer. Nadiren 14 kuyruk telek sayılı mülakatlara da rastlanmaktadır. Bunun yanı sıra Bursa ırkının kendine özgü fiziksel özelliklerinin bir çoğu Mülakatlarda bulunmaz. Kafa biçimi, gaga biçimi ve rengi, vücut biçimi gibi bir çok temel özellik Mülakatlarda farklıdır. Ayrıca Mülakatlarda ayaklar biraz daha kısa olur. Kısa ayaklı olması mülakatlarda bir tercih nedenidir. Bursa ırkında ise ayaklar daha uzundur. Kanatlarını kuyruk üzerinde taşıyan bu ırkımızda, kanatlarda 7 ye 7 formu ve kuyruk teleklerinde ise tamamının beyaz olması tercih nedenidir. Kırkanatlık ve kuyruk teleklerindeki siyah tüyler istenmeyen özelliklerdir. Gagaları beyaz olanlar ve lekesiz olanları daha çok tutulurlar. Vücutlarının ufak olması istenilen bir durumdur. Mülakatlarda gözler birbirinden farklı olabilmektedir. Gözlerden biri açık diğeri koyu olabileceği gibi, her ikisi de koyu olabilir. Mülakatların kanatlarının üzerinde iki sıra kalem (şerit) bulunur. Kanat ve kuyruk teleklerinin beyaz olması gerekir.

    UÇUŞ ÖZELLİKLERİ

    Mülakat ırkı bugün sayıca çok azalmıştır. Daha önceleri yaygın olarak yetiştirildikleri Bursa ili ve çevresi ile İstanbul’da artık çok az rastlanmaktadırlar. Mülakat ırkımız da makaracı ırklarımızdan biridir. Uçarken makara yapma özelliklerinin iyi olduğu belirtilmektedir. Diğer makaracı ırklarımız gibi uzun ve yüksek uçma özelliklerine sahiptirler. Çabuk ve süratli yükselebilme özellikleri ile daha alçak mesafelerde makara yapabilmeleri dikkat çekicidir. Yuvasına bağlılıkları, pırıltıya duyarlı olmamaları ve uzak mesafelerden yuvalarını bulabilmeleri mülakatları değer verilen bir ırk haline getirmiştir. Bu özellikleri ile diğer makaracı ırklarımızdan ayrı bir yere sahip oldukları söylenebilir.

    RENK ÇEŞİTLERİ

    Mülakatlarda temel renk mavidir. Ancak mavinin farklı tonları bulunmaktadır. Mülakat renklerini 4 ana başlık altında toplayabiliriz.

    Koyu mavi (Dumanlı)
    Açık mavi (Nalbant)
    Çinili (Çakmaklı, Kirli)
    Zeytuni

    Nalbant olarak adlandırılan renk tipinde genellikle kafayı tam ortadan ikiye ayıran bir hat bulunur. Bu hattın bir yanı mavi diğer yanı beyazdır. Ayrıca bu güvercinlerde karın altı da büyük oranda beyaz olur. Kestane biçimli olarak nitelendirilen kafa şekline sahiptirler. Alın yapıları diğer mülakatlara göre biraz daha çıkıktır. Nalbantlarda gözler açık renklidir.

    Yazan: Yavuz İşçen
    E-posta: boletus@mynet.com

  • Bursa Oynar Güvercini (Makale)

    Bursa Oynarı Makalesi

    BURSA OYNARI

    Adını Bursa ilimizden alan kuşumuza oynar sıfatının eklenmesinin bilinen birkaç nedeni vardır. Uçuş esnasında yırtıcı bir kuş saldırmış gibi dalış ve pikeler yaparak uçmaları diğer bir nedeni ise salındıklarında kümes önünde neşeli ve hareketli olmalarındandır. Oynar kuşumuz ağırlıklı olarak Bursa ve ilçeleri ( İnegöl, Yenişehir, Orhangazi, M.KemalPaşa, İznik) Afyon, İstanbul, Edirne, Çorlu azda olsa Tekirdağ’da yetiştirilmektedir. Bursa ırkının net olarak tarihi bilinmemektedir. Osmanlıdan bize miras kaldığını düşündüğüm bu ırkımıza bizlerin sahip çıkması ve yok olmaması için mücadele etmemiz gerektiğini düşünmekteyim.

    Bursa oynarı besleyen yetiştiricilerin daha sonraları farklı ırklara meyletmeleri çok düşük bir olasılıktır. Asi ve hırçın yapısıyla besleyicisini kendine aşık eder.

    FİZİKİ ÖZELLİKLERİ:

    KAFA YAPISI:

    a)YILAN KAFA :
    Gaga ve alın başlangıcı neredeyse bir hizada olan kafa şeklidir. Eskiye oranla bu tarz kafa şekli bakılan yerler azalmıştır.

    b) PELİT KAFA:
    Yılanbaştan farklı olarak alın başlangıcı biraz yükselerek başlamakta arkaya doğru tatlı bir şekilde boyunla beraber gövdeye bağlanmaktadır.

    c)KESTANE KAFA :
    Kestane baş kuşlarda azınlıkta olan kafa yapılı kuşlardır. Gözünüzde canlandırdığınız kestane şekli gibi önden dar bir şekilde başlar ve arkaya doğru baş genişler. Kafa arkaları kırık dediğimiz şekillerde olur. Daha çok Mülakatlarda bulunan ve aranılan bir kafa şeklidir.

    d)BİLYE KAFA :

    Kafatasının bilye gibi yuvarlak olduğu kafa şeklidir.

    Bu kafa yapılarının bazıları birbirleri ile eş edilerek oluşmuştur. Örneğin Pelit kafalı kuşlar yılanbaş ile yuvarlak kafalı bir kuş eşleşmesinden bazı yetiştiricilerin dik alın dediği kuşlar bilye kafa ve kestane kafalı kuşların eşleşmeleriyle oluşmuş kafa şekilleridir.

    GAGA :
    Bursa oynarının gagası kemik gaga dediğimiz sedef renkli olanı makbuldür. Gaga başlangıcı geniş yani avuklu olanı göze hoş gelir ve makbuldür. Gaga başlangıcı bitimine doğru hafif bir kıvrıklıkla sonlanır. Kapalı soylarda gaga ucunda zikir olması makbuldür. Gaga ucundaki siyahlığın alt gagada olması istenmez.

    GÖZ ÇERÇEVESİ:
    Göz etrafındaki pencere çerçeve denen etli kısımların beyaz ve berrak olanı tercih edilir. Salınan kuşlarda hava ve iklim koşullarına göre beyaz ve berrak olan etli kısımlar esmerleşebilir.

    GÖZ RENGİ:
    Göz rengi açık ve kapalı soyların birbirleriyle eş edilmesi sonucu değişebilsede tercih edilen göz rengi beyaz olmalıdır. Bunun dışında yaygın olan göz renkleri gül kurusu mavi göz, karagöz, haregöz gibi renklerede rastlanmaktadır.

    TÜY YAPISI:
    Oynarın tüy rengi rugan bir ayakkabı gibi parlak siyah olmalıdır. Tüylerdeki matlık ve kızıllık hata olarak kabul edilir. Doğanın bozamayacağı aşındıramayacağı bir şey olmadığı gibi salınan kuşların tüyleride kapalı olanlara göre biraz ışıltı bakımından sönük olabilir.

    BOYUN YAPISI:
    Boyun kısa olmalıdır. Uzun boyunlu kuşlar tercih edilmez. Kuş elde tutulduğunda boyun vücuda yapışık gibi bir izlenim vermesi yetiştiricisinin hoşuna gider.

    BOYUN ŞALI:
    Boyun şal rengi farklılıklar gösterir. Mor, menekşe, ördel yeşili, ve yeşil mor dediğimiz şal renkleri oynar kuşlarında görülebilir. Tüm bu şal renkleri açık ve kapalı soylarda ayrı ayrıda görülür. Karabaş kategorisindeki bir kuşta mor, yeşil mor, menekşe, ördek yeşili boyun şalını görebilirsiniz. Herkesin kendine göre bir doğrusu olduğundan burada net olarak bir şal tanımlamak tartışmalara yol açabilir.

    GÖĞÜS YAPISI:
    Göğüs geniş olmalı ve kuşun arkasına doğru iskelet yapısı incelmelidir. Armut görünümünde olan yapılar yetiştiriciler tarafından makbul sayılır. Kuşlar ne bir dönek kuşu gibi uzun olmalı nede bir bango gibi minyon olmalıdır. Orta büyüklük ve uzunlukta olmalıdır. Bacaklar orta yükseklikte olmalıdır. Kimi yetiştiriciler kısa bacaklı kuşları tercih etselerde makbul olanı orta olanıdır.

    KUYRUK:
    Kuyruk telek sayısı 12 adet olmalıdır ve dağınık bir görünüm sergilememelidir. Oynarlar genelde kanatlarını kuyruk üstünde taşısalarda bazı soylarda kanat altına düşürme olabilmektedir. Kuyruk telek rengi genel olarak beyaz olsada bazı soylarda arada siyah telekler çıkabilmektedir. Siyah telekler sağdan ve sol baştan birer tane olursa ayna kuyruk, sadece sol başta yada sadece sağ başta olursa yantelli, siyah telek kuyrukların orta kısımlarında olursa orta telli, kuyruk teleklerindeki siyahlık bir siyah bir beyaz şeklinde atlayarak gidiyorsa örme kuyruk, nadirde olsa tümü siyah olursa karakuyruk denir.

    BACAKLAR:
    Bacakların bir buldog köpeği gibi ayrık durması kuşa hoş bir duruş sergilesede farklı duruş ve bacak yapısına sahip kuşlarda vardır. Tercih edileni ayrık açık duranıdır. Ayak rengi kapalı soylarda koyu kırmızı açık soylarda ise daha açık tonda bir kırmızıdır. Oynarın bacak kalınlığı posta kuşları gibi aşırı kalın olmamalıdır. Tırnaklar kuşların açık ve kapalı soy olmalarına göre beyaz yada siyah olabilmektedir. Açık soyların tırnakları beyaz olur. Kapalı soyların tırnakları ise tamamen siyah olabileceği gibi tamamen beyaz veya birkaç tırnağı siyahta olabilir. Bacak eklem yerinden sonra tüyler sonlanmalıdır. Aşağıda tüy olanları hatalı kabul edilir.

    OYNARIN BAŞLICA RENK VARYETELERİ:

    KARABAŞ:
    Kanatlar ve kuyruk beyazdır. Genel olarak eskiler akkanat akkuyruk olarak isimlendirmişlerdir. Kanat teleklerinde 6-6, 7-7, 8-8, 6-7 gibi olabilsede çok önemli değildir. Makattan altı siyah olanları makbul görülür. Gaga ucunda zikir olanları göze hoş gelir.

    KARAKANAT:
    Vücut tüyleri siyah sadece kuyruğu beyazdır. Bu renkte zikir ve tırnaklarda gölge olabilir.

    ARAP:
    Bütün tüyleri siyahtır. Bu renktede zikir ve tırnaklarda gölge olabilir.

    BEYAZ:
    Bütün tüyleri beyazdır. Tırnaklar ve gaga da beyazdır. Zikir olmaz. Saf beyaz olabileceği gibi karabaşlardan, karakanatlardan, Araplardan gelen beyaz bireylerde olabilmektedir. Genelde baş bölgesinde kulak kısımlarında geldiği renk varyetesine göre sarı veya siyah bir iki çil olur.

    BAŞ SÜSLERİ VE DESEN KARTELASI:

    ÇAPAR:
    Kanat telekleri arasında baştaki beyaz tüyden sonra bir tüyün siyah devamının yine beyez olması durumuna denir. Karabaş bir kuşta baştaki tüy siyah sonrası beyaz ise kuş karakanat-arap kökenli çapar 7-8 tüylerde yani daha içerdeyse kalaça dediğimiz kuşların işaretini taşırlar. Çaparlı kuşları yaşmaklı ve muskalı tarz kuşlar ile eş ederseniz çaparları gelen yavrularda görme oranınız çok düşer.

    KARYAĞDILI:
    Genellikle yavruluk dönemlerinde olan vücut tüylerinin üzerinde olan beyaz leke ve çillere denir. Yavrular kart tüylerini dizmeye başladıkça bu çiller tamamen yok olabildiği gibi nadiren birkaç beyaz tüyde kalabilmektedir.

    MUSKA,YAŞMAK, GÜL:
    Muska gaganın hemen altındaki küçük beyazlıktır. Yaşmak ise muskadan büyükçe olur ve genelde kulaktan kulağa olan bölgeyi kapsar. Gül ise gagadan değilde kuşun kursağına doğru olan kısımda olan beyazlıktır.

    ATKILI ÇEKMELİ, KİLİTLİ, KAŞLI, ABRAŞ:

    Atkı ve çekme kimileride sürmeli derler kuşun başının bir tarafında olan kulak hizasından başlayıp başın arka tarafına doğru giden şerit şeklinde ince beyaz çizgidir.

    Kilitli ise bu çizginin her iki tarafından olup başın arka tarafında çizgilerin kavuşmuş olanıdır.

    Kaşlı daha çok akman ve kalaça tarzı kuşlarda olan gözün üzerinde olan insandaki kaşa benzer siyah ufak bir bölgenin olmasıdır.

    Abraş ise yaşmaklı kuşlarda olan genelde yaşmaklı ile akman kuşların eş edilmesi sonucu gözlemlenen başın üst tarafında gagadan başlayarak kafanın üstüne doğru giden beyaz yama şeklindeki alandır.

    UÇUS ÖZELLİKLERİ:

    Bursa oynarı ayrık dağınık uçması hızlı ve sert uçmasıyla tanınan bir ırkımızdır. Tek olarak uçurulabileceği gibi genelde üç veya beş kuşun birlikte uçurulması tercih edilir. Daha fazlasının havada takip edebilmek zorlaşacağından çok sayıda toplu uçurulması tercih edilmez. Antrenmanlara yavrular 2 aylık olduğunda başlanmalıdır. Yavru kuşları çok fazla sıkıştırmamalı başka çatılara konmalarına müsaade edilmemelidir. İlk günlerinde 3-5 tur attırılmalı yavaş yavaş kendilerine güveni gelen kuşların yükselmelerine müsaade edilmelidir. Her ne kadar oynar damarı sağlam bir kuş olsada yavruyken kayıplar olabilmektedir. Bu her ırk için geçerli bir durumdur. Kart tüyünü düzmemiş eşi olamayan hatta kendi kümesinizde yavru büyütmemiş kuşlara fazla güvenilmemelidir. Her oynar sinek dediğimiz bulutların içinde kaybolacak kadar yükselmeyebilir. Kimisi orta hava dediğimiz yükseklikte uçarken kimiside bulutların içerisinde kaybolabilir. Bu kişisel görüşüm olarak soyu ile ilintili bir olaydır. Çok yükseklerde uçan kuşun 5-10 km gibi mesafelerden gelmesiyle uçmayan bir kuşun uzaklardan gelmesi arasında bir orantı yoktur. Çok güvendiğiniz çok uçan bir kuşunuz uzak mesafeden gelmeyeceği gibi hiç yükselmeyen bir kuşunuz gelebilir. Oynar kuşunun gelebileceği maksimum mesafe 30 Km’dir. Anlatılan rivayetlere 50-100 Km gibi mesafelere şahsen inanmamaktayım. Uçuş esnasında ani dalışlar ve ani yükselişleri bu ırkta görebilirsiniz. Yavru kuşlarda ve eşini yumurtaya kovalayan enseye gelmiş kuşlarda eşleşmeden sonra beraber uçuş yapan kuşlarda şap şap kanat vurma eğilimleri gözlemlenebilir. Yine ense dediğimiz dönemde bazı soylar sarak dediğimiz aşırı takla hareketi sergileyebilirler. Uçuş esnasında her yöne doğru 200-400 mt kadar açılabilirler. Yüksekte genelde 8 rakamını çizerler giriş ve çıkışları 8 rakamı gibidir. Aşağıdan verilen pırıltılara karşı aşırı duyarlı değildirler. İçinde uçmak hissi olanlar yükselir gider, zoraki uçanlar ise kendilerini aşağı bırakabilirler. Kanat alışları sert olmalıdır. Havadaki yırtıcılardan kurtulma şansları diğer ırklara göre yüksektir. Şahinle beraber aşağı kadar can havliye inen bir oynarın hayatta bir kezde olsa izlenmesi gerekir. Uçuş sonrası iniş zamanlarında 10 takla kadar seri şekilde makara yapan kuşlarda görülebilir. Bazı kuşlarda kalkış esnasında takla attıklarıda görülebilir.

    IRKIN GENEL ÖZELLİKLERİ
    Asi, hırçın ve asil bir yapısı vardır. Sahibini tanısalarda yabancı biri varken çok ürkektirler. Genelde her an uçmaya hazır tedirgin ve tetikte bekleyen bir kuştur. Ölecek kadar çok aç olmadığı sürece yem yerken yakalamak zordur. Kümes içinde yakalaması bir hayli zordur. Çok ani ve hızlı bir hamle ile kümeste ancak tutabilirsiniz. Kaza ile kaçırdığınız bir kuşu günlerce evini yuvasını ararken görebilirsiniz. Yerini değiştirdiğiniz kuşlarda stres durumları oluşabilmektedir. Satın alırken ne tür yemler verildiğine dikkat etmek gerekir. Satın aldığınız kuşların bazıları 3-5 gün yem yemek için yere inmeyebilirler. Bu durumlarda tünedikleri yerlere yem dökmeniz faydanıza olur. Her kuşun bu tür hareketleri yapması gözlemlenen bir olay değildir. Kimi kuşlarda geldikleri gibi kendi kümesiymiş gibi hemen yuva kapıp kümeste çalım yapmayada başlayabilirler. Oynar yetiştirdiğim süre içerisinde her kuşun kendine özgü bir karakteristik yapıları olduğunu aynı ana babadan bile farklı meziyetlere sahip yavrular çıkabildiğini gördüm. Biz insanlar gibi onlarda dedelerine atalarına çektikleri yönleri olabiliyor.

    YAVRU BAKIMI:
    Yavru bakımları iyidir. Kendi yavrularını yada kendi fiziğindeki yavruları rahatlıkla büyütebilirler. Aynı boy ve ayardaki yavruları yerde dahi besledikleri olur. Kuluçka süresi 18 gündür. Yavrular genelde dişi erkek olarak çıksalarda ikiside erkek yada ikiside dişi olarak çıktıklarıda olur. Kuşların yumurtladıkları yerin kapalı ve insan kümes içerisinde dolaşırken gözükmeyecekleri şekillerde olması daha iyidir. Tedirgin olup yumurtadan fırlama ve yumurtaların kırılma riskleri azalır.

    Yazan :

    İbrahim AKDEMİR

    İnegöl/Bursa

     

  • Güvercinlerde aşılamanın önemi

    Çoğunuz aşılamanın öneminin farkındasınız. Ülkemizin neresinde olursanız olun sizlere en güvenli ve garantili şekilde aşıları ulaştırabiliriz. Aşı yapmak kolay bir iş değildir!!!

    Birçok püf noktası vardır. Aşı yaptığını zanneden çoğu yetiştirici dostumuz büyük hatalar yapmaktadırlar. Bunların neticesinde güvercinleri yine hastalanmaktadır.

    Güvercinlerinize aşı yapmak istiyorsanız lütfen önce bize ulaşınız. Size doğru aşı programını oluşturmanıza yardımcı olalım.

    Size aşağıda aşılamayla ilgili bilimsel püf noktalarını sıralıyorum:

    GÜVERCİN AŞILARI ve GÜVERCİN AŞILARKEN
    DİKKAT ETMENİZ GEREKEN NOKTALAR

    AŞILAR

    — Son kullanma tarihi geçmemiş, üzerinde orijinal etiketi olan, şüphe yaratmayan, güvenilir ve soğuk zincir bozulmadan muhafaza edildiği garanti edilmiş olmalıdır.
    — Şişelerin kapakları gevşek veya önceden açılmış olmamalıdır.
    — İyi liyofilize edilmiş olmalı ve sulanmış olmamalıdır.
    — Aşılama zamanına kadar soğukta (+4°C) muhafaza edilmiş olmalıdır.
    — İmal ve son kullanma tarihine dikkat edilmelidir.
    — Şişeler üzerinde belirtilen dozlara ve kullanış tarzlarına dikkat edilmelidir.
    —Aşıların kesinlikle güneş ışığı almamasına dikkat edilmelidir.

     

    AŞILAMALAR

    A- GÜVERCİNLERİ AŞILAMADAN ÖNCE DİKKAT ETMENİZ GEREKEN NOKTALAR

    — Kullanılacak aşının dozunun saptanması için güvercin sayısının bilinmesi gereklidir.
    — Kullanılacak aşının tipini ve uygulama yolunu seçmek için güvercinlerin türü, yaşı bilinmelidir.
    — Aşılanacak güvercinler aynı yaş, ay grubunda olması daha doğrudur.
    — Güvercinlerin genel sağlık durumu bilinmeli, hasta güvercinlere kesinlikle aşı uygulanmamalıdır. Parazitli, uzun süredir var olan veya yeni başlamış enfeksiyonları bulunan ve tam sağlıklı olmayan güvercinlere aşı uygulaması, bu olumsuz faktörler ortadan kalkıncaya kadar ertelenmelidir.
    — Çevredeki salgın hastalık durumları bilinmeli, çevredeki hastalık durumuna göre aşı programı hazırlanmalıdır.
    — Güvercinlerin ana ve babadan gelen bağışıklık düzeyi bilinirse aşı programı daha doğru uygulanabilir.
    — İkinci aşılama yapılacaksa bundan önce yapılmış olan aşının türü ve markası bilinmelidir
    —Aşılamadan önce kümeslerin ışıklandırma, havalandırma, nem ve temizlik problemleri ortadan kaldırılmalı, yemlik ve suluklar çok iyi temizlenmeli ve stres faktörleri yok edilmelidir.
    — Aşılar, güvercinler yumurtlama dönemine girmeden önce tamamlanmış olmalıdır.
    — Aşıları uygulayan kişiler yeterli ve uygun bilgilere sahip olmalıdır.
    — Aşılamalarla ilgili tarih ve tür kayıdı tutulmalıdır.

     

    B- AŞILAMA SIRASINDA DİKKAT ETMENİZ GEREKEN NOKTALAR

    — Aşı prospektüsü dikkatli okunmalı, uygulamada prospektüse bildirilen noktalara dikkat edilmelidir.
    — Aşıyı uygulayan kişi kıyafetini sonradan değiştirip temiz kıyafet giymelidir.
    — Her güvercin için bir doz aşı kullanılmalıdır.
    — Aşı içme sularına uygulanacaksa, sulandırması uygun bir şekilde yapılmalı ve bu konuda prospektüse uyulmalıdır.
    — Yarım kalmış veya sulandırıldıktan sonra 3-4 saat geçmiş olan aşılar kullanılmamalıdır.
    — Aşılamalar mümkün olduğunca günün erken saatlerinde yapılmalıdır.
    — Güvercinlerin tümünün aşılı sudan faydalanmaları sağlanmalıdır. Aksi halde kümes içinde duyarlı güvercinler kalabilir, bunlar sonradan enfeksiyona neden olabilirler.
    — Boş aşı şişeleri gelişigüzel etrafa atılmamalı, özellikle canlı virüs içeren aşı şişelerinin yakılarak veya dezenfektanlarla muamele edilerek ve toprağa gömülerek imha edilmeleri sağlanmalıdır.
    — Aşılamanın ne şekilde yapılacağı iyi saptanmalı ve yapılacak aşı şekline göre gerekli önlemler alınmalıdır. Buna göre :

    1) GÜVERCİNLERE İÇME SUYU İLE AŞILAMA YAPILDIĞINDA DİKKAT ETMENİZ GEREKEN NOKTALAR

    — Aşılamadan en az bir veya iki saat önce su verilmelidir (mevsime göre ayarlanır)
    — Aşı ile beraber verilecek suyun, güvercinlerin iki saat içinde tüketebilecekleri miktarda olması gerekir. Aşılamada kullanılacak su miktarı güvercinlerin yaşına, türüne, ortamın sıcaklığına ve yetiştirme ortamına göre değişir.
    — Aşılamada kullanılacak su temiz, klorsuz, yumuşak olmalı, herhangi bir kimyasal madde içermemeli, su klorlu ise 1-2 gün bekletilmeli ve ondan sonra aşılamada kullanılmalıdır.
    — Aşılama suyuna 1/40 oranında yağsız süt veya 2 gr. / litre hesabı ile süt tozu katılmalıdır.
    — Suluklar deterjansız temiz su ile fırçalanarak temizlenmelidir.
    — İçme suyu ile uygulanan aşıların kapağı karıştırılacağı suyun içinde açılmalıdır.
    — Güvercinlere verilen aşılı suyun güneş ışığı almamasına dikkat edilmelidir.
    — Aşılama sırasında kullanılacak olan malzemeler tamamen plastikten yapılmış olmalıdır. (Ornitolog Murat Doğangün)

    2) GÜVERCİNLERE ENJEKSİYON (İĞNE) YÖNTEMİ İLE AŞI UYGULAMADA DİKKAT ETMENİZ GEREKENNOKTALAR

    — Enjeksiyon deneyimli kişiler tarafından yapılmalıdır.
    — Enjeksiyon sırasında antiseptik kullanılmamalıdır.
    — İnaktif aşılar kullanılmadan önce bir iki saat oda sıcaklığında tutulmalı, kısa sürede uygulanmalı, uygulama esnasında sık sık çalkalanmalı ve artan aşının kullanılmamasına dikkat edilmelidir.
    — Uygun dozun verilebilmesi için enjektörler herhangi bir dezenfektan maddeyle yıkanmış olmamalıdır.

     

    3) GÜVERCİNLERİN KANAT ZARINA AŞILAMA YAPARKEN DİKKAT ETMENİZ GEREKEN NOKTALAR (POX ÇİÇEK)

    — Doğru, tam doz verecek şekilde özel olarak hazırlanmış aşı iğneleri kullanılmalıdır.
    — Aşı yalnız kanat bölgesindeki deriye yapılır.
    — Aşıyla sadece iğne uçları daldırılır.
    — Aşı yapılan iğneler kirli yerlerde bırakılmamalıdır.
    — Aşılı hayvanlar 1-2 hafta muayene edilmeli, kontrol altında tutulmalıdır. Aşı yapılan bölgede kabuklanma veya şişlik görülmesi aşının tuttuğunu gösterir.

     

    C- AŞILAMADAN SONRA DİKKAT ETMENİZ GEREKEN NOKTALAR

    — Güvercinlere iyi bir bakım ve besleme uygulanmalı ve ek vitamin takviyesi (turbovit) yapılmalıdır.
    — Stres faktörleri ortadan kaldırılmalıdır.
    — Aşılama sonrasında meydana gelen aşı reaksiyonlarında, ölenler hemen kümesten çıkarılarak imha edilmelidir. Aşılamadan yaklaşık 15-20 gün sonra güvercinler bağışıklık kazanabileceklerdir.
    — Eğer yeterli düzeyde bir bağışıklık sağlanamamışsa uygun bir süre içinde aşı tekrar uygulanmalıdır.

  • Güvercin aşıları Güvercinler

    1.Tüy dönemi
    2.Kış Dönemi
    3.Yarış Dönemi
    4.Yavru Dönemi
    Yukarıda bahsettiğim dönemlerin bazıları sadece Posta Güvercinleriyle ilgili olup diğer ırklarla da uyum göstermektedir. Bu bakımdan her yetiştirici kendi baktığı kuşlarına uygun olarak senelik bakım programları geliştirebilir. Çünkü konunun temel mantığı yetiştirilen her güvercin için aynıdır.

    TÜY DÖNEMİ
    Yarışlar bittikten sonra veya fantastik güvercin yetiştiricilerinin yavru alma sezonlarının bitiminde yani Eylül ayı itibariyle büyük tüy değiştirme dönemi başlar. Yuva pozisyonuna ve sağlık durumlarına göre kuşlar bu dönemde eski tüylerini düşürüp, yeni tüylerine kavuşurlar. Normalde sağlıklı bir güvercin hiçbir tıbbı müdahaleye gerek duymaksızın bu dönemi en iyi şekilde geçirir. Bu noktadan hareketle kuşlarımız tüy dönemine girmeden önce eşlerinden ayrılıp, erkek ve dişiler ayrı ayrı kümeslere konulmalıdır. Bu sayede kuşlarımız yavru ve yumurta gibi stres arttıran ve tüye girmeyi geciktiren faktörler ortadan kaldırıldığı için daha kolay tüy dönemini geçirirler. Ben normalde Ağustos ayının ilk haftası kuşlarımı ayırırım. Şayet gerek görürsem bazı hastalıklara karşı ön tedavi uygularım. Zira sağlık barometreleri olumlu olmayan kuşlar mükemmel bir tüy dönemi geçirmez. Tüy dönemini en iyi şekilde geçirmeyen bir güvercinden ne yarışçı olur nede damızlık olur. Ayrıca tüy dönemi esnasında kuşlarımıza vereceğimiz antibiyotik türü ilaçlar, kuşlarımızın tüy yapılarında olumsuz etkiler yaratacağı için bütün ön tedavileri bu dönemden önce tamamlamalıyız. Şayet bulunduğunuz ilde kuşlarınızın dışkılarını tetkik ettirebileceğiniz laboratuarlar var ise mutlaka Kurt, Koksidiyoz, Salmonella vs. gibi hastalıklara karşı testlerini yaptırınız. Test sonuçları (+ ) pozitif ise bulgulara göre tedavilerini yapınız. Tüy dönemi kuşlarda çok yoğun stres oluşturduğu için, özellikle bakımı ve alt yapısı iyi olmayan kümeslerde çeşitli hastalıklar baş gösterir. Bazı kuşlar bu dönem öncesinde iyi hazırlanmadığı için tüye giremez ve ölebilirler. Bütün sorunların temelinde sağlık problemleri ve uygun olmayan yaşam koşulları yatar. Bu nedenle kuşlarımızın sağlıklı kalabilmeleri için uygun ortamları sağlamalıyız. Tüy döneminde kuşlarımız yeni tüylerinin oluşabilmesi çeşitli vücut rezervelerini kullanır. Bu nedenle döneme uygun olarak verilecek olan zengin ve bol çeşitli karışımlar içeren Tüy Dönemi Yemlerini tercih etmeliyiz. Ayrıca haftada 1 veya 2 gün sularına multivitamin verilmelidir. Suya veya yeme vereceğimiz sıvı yada toz minerallerde kuşlarımızın iyi bir tüye sahip olmasını sağlar. Bu konuyla ilgili Avrupa da çok çeşitli firmaların tüy programları ve ürünleri mevcuttur. Ben reklama girmemek için burada ürün adı belirtmiyorum. Sizlere tüy döneminde haftada 1 veya 2 gün olmak üzere kuşlarınıza Isırgan Otu çayını demleyip içme suyu olarak vermenizi tavsiye ediyorum. Aslında bu tür bitkisel çayları uzmanların hazırlayıp tavsiye ettikleri oranlarda mevsimine göre vermenizi öneririm. Bu sayede, hazırlanan çayın özelliğine göre kuşlarımızı doğal yöntemlerle hastalıklara karşı korumuş oluruz. Tüy döneminde Sayın Yavuz İşçen’inde yazılarında belirttiği gibi dış ve iç parazitlere dikkat edilmelidir. Haftada en az 2 defa kuşlarımıza banyo yaptırırsak ve bu banyolardan bir tanesine güvercinler için hazırlanmış banyo tozlarını kullanırsak, hem tüylerin dökülmesine yardımcı oluruz, hem de istenmeyen parazitlerden kuşlarımızı korumuş oluruz. Şayet banyo tozu bulamazsanız banyo sularına bir miktar elma sirkesi ve sofra tuzu da katabilirsiniz. Her dönemde bakımın temel taşlarından olan bol çeşitli GRİT (güvercin taşı ) ürünlerini de vermeyi ihmal etmemek gerekir.

    KIŞ DÖNEMİ
    Genellikle kışın yavru almayı düşünmeyen kümeslerde kuşlar erkek ve dişiler ayrı ayrı tutulur. Bu dönemde kuşlar havalarında kötü gitmesi sebebiyle çok fazla uçurulmaz. Aslında bu dönem posta güvercinleri için dinlenme dönemidir .Zira bu kuşlar baharda ve yazın yeterince dışarıda bulunup, yarışıp, yavru baktıkları için oldukça yorulmuşlardır. Bu nedenle onlara bir nevi kış uykusuna yatıp, bünyelerini toparlamaları için gerekli ortamın sağlanması şarttır. Bu sezonda kuşlara yem olarak yüksek oranda arpa içeren hafif yemler verilir. Böylece aşırı derecede kilo almaları önlenir. Kışın çok soğuk havalarda kuşların yem yeme ihtiyacı artacağından kuşlara ekstradan yem verilmesinde fayda vardır. Kışın ayrıca kuşlarımızın sularına karıştırarak vereceğiniz bir miktar bal veya pekmez gibi doğal ürünler kuşların soğuğa karşı direnmeleri açısından hayati önem taşır.

    YARIŞ DÖNEMİ
    Kış döneminin bitiminde baharla birlikte yeni yarış sezonu başlar. Bu dönemden genel ilgi alanı olmadığı için çok fazla bahsetmeyeceğim. Kısaca şunu belirtmem gerekirse, bütün kuşlarımızın gerekli görülen hastalıklara karşı ön tedavileri yapılır ve özellikle PARAMİKSOVİRÜS, SALMONELLA, ÇİÇEK gibi hastalıklara karşı önleyici aşıları yapılır. Bu aşılama periyodunu bütün kuşçuların, hangi ırk kuşu beslerse beslesin , kuşlarını eşe atmadan önce yapmalarını tavsiye ediyorum. Unutmamak gerekir ki; 1GRAM TEDBİR, 1 TON TEDAVİYE BEDELDİR.

    YAVRU (ÜRETİM) DÖNEMİ
    Kuşlarımızı eşe atıp yavru almadan önce dışkılarını test ettirip, gerekli ise hastalıklara karşı tedavileri yapılır. Daha sonra bütün kuşlar eşlenip yavru (üretim) dönemi başlar. Bu dönemde de kuşlarımızın ekstradan vitaminlere, minerallere, aminoasitlere ve yumurta kabuğunun sağlam oluşabilmesi için kalsiyum ve benzeri elementlere ihtiyacı bulunmaktadır. Vereceğimiz bu ürünlerle hem kuşlarımızın kolay yumurtlamasını sağlarız, hem de doğacak yavruların iskelet yapılarının en iyi şekilde oluşmasını sağlarız. Ayrıca bu döneme uygun olarak yemlemede mutlaka uzmanların hazırlamış olduğu DAMIZLIK VEYA ÜRETİM yemlerinin rasyonlarına itibar edilmesi gerekmektedir. Yavrular 25-30 günlük olunca ebeveyinlerinden ayrılarak kendileri için özel olarak hazırlanmış kümeslere alınır. Böylece kart kuşlar arasında ezilmeleri önlenip yaşıtları arasında daha iyi gelişmeleri sağlanır. Yavrular ayrıldıktan bir hafta sonra Trikonamasis ve Koksidiyosis’e karşı ön tedavileri yapılır. Bu sayede yuvada almaları muhtemel olan enfeksiyonlar baskı altına alınmış olur. Daha sonra bu yavrular özellikle Paramiksovirüs ve Pox’a (çiçek) karşı aşılanır. Bu dönemde yavrulara ilk 3 ay boyunca gelişmelerini en iyi bir şekilde karşılamaları için YAVRU YEMİ verilir.

     

  • Güvercinlerde Besinler, Aşılama ve ilaç kullanımı.

    Merhaba arkadaşlar bugün sizlere Güvercin yetiştiriciliğinde en önemli ve en çok merak edilen bir konu olan ek besinler ve ilaçlar hakkında bilgi vereceğim. Güvercinlerin önünde mutlaka her zaman kum yani grit bulunmak zorundadır. Güvercinlerde diş olmadığı için yedikleri besinleri ufak taşlar sayesinde öğütürler bu yüzden kum önemli bir sorundur. Kumu daha iştahlı yemeleri için yaptığım yöntem: Bir kabın içerisinde bir miktar su ve tuz koyarak tuzlu su elde ediyorum. Bu tuzlu suyu kumun üzerine döküyorum ve kum tüketimlerini arttırmış oluyorum. Kumun bir diğer faydası ile dişi kuşlara kalsiyum etkisi yapar yumurta kabuklarının daha sağlam olmalarını sağlar. Yumurtlama döneminde dişilerde kırılganlığı azaltır.
    Yem konusunda ise ben genelde buğdayı tavsiye ediyorum. Kuşların hemen yiyip bitirecekleri kadar yem verilir. Önlerinde yem bulundurulmamalıdır. Normal yemleri yedikten sonra vitamin ihtiyaçlarını karşılamak amaçlı bir miktar karışık yem verilmelidir. Karışık yem en az haftada bir kez vermekte büyük fayda vardır. Biraz önce söylediğim gibi kuşların önünde sürekli yem bulundurulmamalıdır.

    Vitamin konusunda ise; Eğer kapalı kümes güvercin besliyorsak vitamine çok ihtiyaç yoktur. Sürekli ve düzenli uçurulan kuşlarda haftada 1 veya 2 gün vitamin verilebilir. Veterinerlerde bulunan Vetavit tavsiye ediyorum. Ayrıca tüy dönemlerinde destekleme amaçlı kullanmak gerekmektedir.

    Aşılama konusu ben bir çok arkadaşımın kümeslerinde toplu ölümler gördüm bir defada onlarca yüzlerce kuş öldüğü durumlar oluyordu. Toplu ölümleri engellemenin en güzel yolu aşıdır. Piyasada bir çok aşı var bence 3 lü karma aşı idealdir ve mutlaka işi bilen biri tarafından vurulmalıdır. Tavuklarda kullanılan aşıları lütfen kullanmayın. Güvercin için üretilmiş aşıları tavsiye ediyorum.

    Şimdilik bu kadar saygılar. Yorum yapmayı unutmayın..

  • Güvercin Aşilama ve Aşi Zamanları

    Güvercin Aşilama ve Aşi Zamanları

    ŞUBAT
    MART
    NİSAN
    MAYIS —– 15 GÜN ARA İLE 2 DEFA PARAMİKSOVİRUS AŞISI

    HAZİRAN —- SON AŞIDAN 15 GÜN SONRA SALMONELLA AŞISI
    (BU AŞIYI 21 GÜN ARA İLE GENE İKİ DEFA YAPMALISINIZ)
    TEMMUZ
    AĞUSTOS
    EYLÜL —
    — TÜY DÖKÜMÜ
    EKİM —
    KASIM
    ARALIK PARAMİKSOVİRUSUN KİNCİ TEKRARI
    OCAK SALMONELLANIN İKİNCİ TEKRARI
    1. AŞI YAPACAĞINIZ KUŞLARINIZ KESİNLİKLE SAĞLIKLI ,İÇ VE DIŞ PARAZİT YÖNÜNDEN TEMİZ OLMALIDIR.
    AŞILAMAYI KORUNMAK İÇİN YAPIYORSUNUZ,ASLA TEDAVİ İÇİN DEĞİL
    (HASTA BİR KÜMESE YAPILAN AŞILAMA BÜTÜN KUŞLARINIZI KAYBETMENİZE SEBEB OLABİLİR.)
    2.TÜY SEZONUNDA AŞILAMADAN KAÇMANIN SEBEBİ BU SEZONDA KUŞLARIN BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİN SON DERECE ZAYIFLAMASI ,EN NİHAYETİNDE VERİLEN AŞILARINDA MİKROP OLMASI,BUDÖNEMİ BU YÜZDEN AŞILARI TAM OLARAK GEÇSİN İSTERİZ.
    3. BİZİM GÜVERCİNLERDE VEBA-ÖLET VS DİYE KONUŞTUĞUMUZ ASLINDA PARAMİKSOVİRUSTUR.GÜVERCİNLER İÇİN BUAŞI ÜRETİLMEDİĞİ İÇİN BU MİKROBUN ÇOK YAKIN AKRABASI OLAN NEVCASTLE AŞISINI KUŞLARLA TANIŞTIRARAK BAĞIŞIKLIK OLUŞTURMAYA ÇALIŞTIĞIMIZI UNUTMAYALIM.
    4.AŞILARI SEÇERKEN BU NEVCASTLENİN DİĞER AŞILARLA KARMA HALDE OLAN ÖLÜ TİP AŞILARINI KULLANIRSANIZ DAHAİYİ OLUR(SALMONELLA HARİÇ) (PREPARAT İSİMLERİNİ İSTERSENİZ ULAŞTIRIRIM.)
    5.SUYLA VERİLEN AŞILARIN 45 GÜNDEN FAZLA KORUMA SAĞLAMADIĞI İÇİN ,TERCİHİNİZİ İĞNE OLARAK YAPILANLARI SEÇERSENİZ İYİOLUR.
    6.AŞILAMA TAKVİMİNİZE ÇİÇEK AŞISINIDA DAHİL EDEBİLİRSİNİZ
    SAĞLIKLI GÜVERCİN NESLİ YETİŞRİTME YOLUNDAKİ EN ÖNEMLİ ADIM BİLİNÇLİ AŞILAMADIR.

  • satılık güvercinler

     

    Anahtar Kelimeler: Güvercin, Güvercin Irkları, Performans Güvercinleri, Filo Uçucuları, Taklacılar, Makaracılar, Dalıcılar, Dönücüler, Yüksek Uçucular, Mesafe Uçucuları (Posta Güvercini), Form Güvercinleri, Diyarbakır Güvercinleri, Şebaplar, Irak Form Güvercinleri, Ötücü Güvercinler, Deste Kuyruklar (Sepet Kuyruklar), Kısa Gagalı Form Güvercinleri, Çember Dövücüler.

    Anahtar Kelimeler: Güvercin, Performans Güvercinleri, Filo Uçucuları, Filo Güvercinleri, Karışım Güvercinleri, Ağ, Amberi, Aynalı, Bağdadi, Baştankara, Burmalı, Çiçi, Dervişali, Fırfırlı, Gümüşkuyruk, Halebi, Hollanda, İskenderun, İspir, İsrail, İstanbullu, Karakuyruk, Karanfilli, Karaperçemli, Keşpir, Macar, Meverdi, Müsevved, Nakışlı, Şami, Şıhşelli, Yaşmaklı, Taklacı Güvercin, Mardin Taklacısı, Çorum Taklacısı (Çorum Çıplağı), Malatya Taklacısı, Kerkük Taklacısı, Makaracı Güvercinler, Bursa, Mülakat, Çakal, İzmir Makaracısı, Oryantal Makaracı (Osmanlı Makaracısı), Trakya, Dalıcı Güvercinler, Adana, Baska, Dönücü Güvercinler, Dönek, Paçalı Dönek, Kelebek, Ödemiş Kelebeği, Dolapçı, Oynak, Aydın Yerlisi, Benli, Bıyıklı, Yüksek Uçucular, Van Yüksek Uçucusu, Tippler, Tip, Sırp Yüksek Uçucusu, Budapeşte Yüksek Uçucusu, İran Yüksek Uçucusu, Mesafe Uçucuları, Posta Güvercini, Taklambaç (Konya Bangosu).

    Anahtar Kelimeler: Güvercin, Form Güvercinleri, Süs Güvercinleri, Diyarbakır Güvercinleri, Göğsüak, İçağlı, Ketme, Kızılbaş, Şebap, Arap, Gök, Çakmaklı, Kürenk, Miski, Irak Form Güvercinleri, Musul Taklacısı, Miro, Risasi,  Şarabi, Portakal, Ötücü Güvercinler, Ankut, Bayburt, Demkeş, Kumru, Deste Kuyruklar, Sepet Kuyruklar, Tavuskuyruk, Selçuklu, İstanbullu Kırkkuyruk, İndian Fantail, Çember Dövücüler, Anadolu Çember Dövücüsü (Trabzon), Kısa Gagalı Form Güvercinleri, Anadolu Bangosu, İstanbul Bangosu, Denizli Bangosu (Azman), Hünkari, Domino, Tokur (Yoz), Bulgar Bangosu, Turbit, Turbiteen, Alabadem, Balina, Balonlu, Buhara, Cinperi, Çayka, Fitilli, Katal, Mantolu, Mohikan, Peruklu, Rostov, Rus Postası, Şinasi, Tavuk Güvercini, Volski.

     

  • GÜVERCİNLERDE KALITIM VE ISLAH

    Kalıtım bilimi (genetik) basitçe, ana ve babanın özelliklerinin yavrulara nasıl aktarıldığını araştıran bilim dalıdır diye tanımlanır. Bu konunun iyi bilinmesi yanıt aradığımız bazı soruların açıklanmasını sağlayacaktır. Kalıtım konusunda bilinenler henüz sınırlıdır. Yinede, özellikle son yüzyılda bu konuda dev adımlar atılmıştır.

    Canlılarla uğraşan bütün dallarda olduğu güvercin yetiştiriciliği için de kalıtım ve ıslahı çok önemli bir konudur. Zira istenen özellikte kuşlar elde etmek için kalıtım kurallarını bilmek gerekir. Genellikle kuşçularımız arasında özelliklerin ana ve babadan yavrulara rastgele aktarıldığı fikri yaygındır. Bir yavrunun yedi göbek uzaklıktaki dede veya ninesine benzeyebileceği söylentisi bunun kanıtıdır. Halbuki her bir özelliğin ana ve babadan yavruya geçme yolu farklılık gösterir. Öyle ki, biz bu konuları iyi kavrarsak bazı özellikler için yavruların göstereceği karakterleri tahmin edebiliriz. Konuların daha iyi anlaşılabilmesi için öncelikle tüm canlılar için geçerli olan kalıtım kurallarına kısaca göz atılmasında ve bazı terimlerin açıklanmasında yarar vardır.

    Bütün canlıların vücutları bilindiği gibi ancak mikroskopla görülebilen hücrelerden meydana gelmiştir. Bu hücrelerin her birinde, çekirdek adı verilen yapıların içerisinde o canlının planı bulunur. Her bir özelliği belirleyen ve kromozom adı verilen iplikcikler üzerinde bulunan bölümlere gen denir. Yani genler bir araya gelip kromozomları oluşturur. Kromozomlar hücre çekirdeğinde çiftler halinde bulunurlar. Bunların biri babadan, diğeri ise anadan gelir. Genlerin kromozom üzerinde bulunduğu yere lokus adı verilir. Her canlı türünün kromozom sayısı farklıdır. Örneğin insanlarda 23 çift, sığırda 30 çift, köpekte 39 çift, arıda 16 çift ve güvercinde 21 çift kromozom bulunur.

    DOMİNANT (BASKIN), RESSESİV (ÇEKİNİK)

    Avusturyalı bir papaz olan Mendel, geçen yüzyılda bezelyeler üzerinde bazı çalışmalar yapmıştır. Araştırdığı konuların değeri ölümünden sonra anlaşılmış ve klasik genetiğin babası olarak anılmaya başlanmıştır. Mendel, düz ve buruşuk tohum yapılarına sahip iki bezelye varyetesini melezleyerek bunlardan meydana gelen yeni bitkilerin tohumlarının düz olduğunu görmüştür. Halbuki bundan önce bu tür çaprazlamalardan her iki özelliğin karışımı özellikler taşıyan canlılar elde edileceğine inanılıyordu. Burada görüldüğü gibi aynı özelliğin farklı olarak ortaya çıkmasını sağlayan genlere birbirinin alleli (eşgeni) denir. Mendel’in yaptığı deneyde görüldüğü gibi düz tohumluluk geni buruşuk tohumluluk geninin etkisini göstermesini engellemiştir. Bunun gibi herhangi bir özelliği etkileyen genin, o özelliği farklı yönde etkileyen allelinin etkisini göstermesini engelliyorsa, bu gen alleli üzerine dominanttır (baskındır). Diğer gen ise (bezelyelerde buruşuk tohumluluğa yol açan gen) resesivdir (çekinik). Buna güvercinlerden örnek vermek gerekirse tepesizlik özelliği tepeliliğe göre dominanttır. Yani bir güvercin anasından tepesizlik genini, babasından ise tepelilik genini alırsa kendisi tepesiz olur.

    Bir genin birden fazla alleli olabilir. Aynı gen bu allellerinden bazılarına göre dominantken diğerlerine göre resesiv özellik gösterebilir. Genler genelde harflerle sembolize edilirler. Ancak bütün özelliklerin yabani formlarda görülen biçimini determine eden genler (+) ile gösterilirler.

    İNTERMEDİYER KALITIM

    Mendel’den sonra bazı araştırmacılar bazı özelliklerin bu kurallara uymadığını belirlediler. Bu araştırmacılar yaptıkları çalışmalarda, ana ve babada farklı olan bir özelliğin yavrularda her ikisinin de çıkmadığını saptamışlardır. Bu şekilde yavrular bir özellik bakımından ebeveynlerin her ikisine de benzemiyor, ana ve babanın özelliklerinin karışımı bir durum gösteriyorlarsa buna intermediyer kalıtım adı verilir. Bu kalıtım şeklinde bir özelliği farklı yönde etkileyen allel genlerin etkisi eşittir. Bu tür bir kalıtıma İspanyol kökenli Andaluz ırkı tavuğun renk kalıtımında görmek mümkündür. Bu tavuklarda beyaz ve siyah tüy rengine sahip ebeveynlerden mavi tüy rengine sahip yavrular elde edilir. Yine güvercinlerden örnek verilmek istenirse, paçalı ve paçasız ana babadan tozluk yada yarım paça olarak adlandırılan ve parmakları tüysüz, ayağın diğer yerleri tüylü yavrular elde edilir. Aynı şekilde kafa ve kuyruğu renkli (siyah, mavi veya kırmızı olabilir) diğer yanları beyaz olan kelebek ırkı güvercinlerde de renk kalıtımı intermediyerdir. Zira ebeveynlerden biri siyah diğeri beyaz olan kuşların yavruları kafa-kuyruk tabir edilen renkte olurlar. Kafası ve kuyruğu renkli kuşlar birbirleriyle çiftleştirilirlerse yavrular 1/4 ihtimalle siyah, 1/4 ihtimalle beyaz ve 2/4 ihtimalle kafa-kuyruk renkli yavrular elde edilir.

    HOMOZİGOT ve HETEROZİGOT

    Mendel’in düz ve buruşuk tohumlu bezelyeleri çaprazlayarak yalnızca düz tohumlu bezelyeler elde ettiğini daha önce anlatılmıştı. Daha sonra bu yavru dölleri birbirleriyle çaprazladı. Bunlardan elde ettiği bezelyelerden ise 4’te birinin buruşuk tohumlu olduğunu gördü. Buradan ilk ebeveynlerde (düz ve buruşuk tohumlu bezelyeler) görülen özelliklerin ikinci generasyonda ortaya çıkabileceğini ortaya koydu. Yukarıda anlatıldığı gibi bir canlıda herhangi bir özelliği belirleyen genin alleli ile birlikte bulunması, o canlının ele alınan özellik bakımından heterozigot olduğunu gösterir. Bunun tersine yine bir özelliği belirleyen bir çift genin o özelliği aynı yönde etkileyen genler olması durumu ise homozigot olarak tanımlanır. Yani eğer bir özellik için ana ve babadan aynı yönde etkili genler gelirse, o yavru o özellik bakımından homozigottur denir. Aksi takdirde, yani anadan ve babadan bir özelliği farklı yönlerde etkileyen genler gelirse, o yavru o özellik bakımından heterozigottur.

    Güvercinlerde tepesizlik tepeliliğe dominanttır (baskın). Buna göre tepeli bir kuş ile tepesiz bir kuştan olma yavrular tepesiz olurlar ancak tepelilik özelliğini de taşırlar. Yani bu yavrular tepe özelliği bakımından heterozigotturlar. Bu yavruların aralarında çiftleştirilmeleri sonucu yavrular 1/4 ihtimalle tepeli olur. Bu anlatılanlara dayanılarak herhangi bir özellik bakımından homozigot olan ebeveynlerden, o özellik bakımından farklı yavrular alınamaz. Yani tepesizlik özelliği bakımından homozigot olan kuşlardan tepeli yavru alınamaz.

    Cr Cr
    + Cr + Cr +
    + Cr + Cr +

    Tepeli bir güvercin (cr cr ile gösterilir) ile tepesiz (+ + ile gösterilir) bir güvercinin çiftleştirilmesi sonucu tüm yavrular tepesiz olurlar ancak tepelilik genini taşırlar (cr +).

    Cr +
    Cr Cr Cr Cr +
    + Cr + ++

    Tepeli bir güvercin ile tepesiz bir güvercinden olma yavruların aralarında çiftleştirilmesi sonucu yavrular % 25 ihtimalle tepeli.

    Bir canlının herhangi bir dominant özelliği bakımından homozigot mu yoksa heterozigot mu olduğu dış görünüşünden genellikle belli olmaz. Bunun aksine ressesiv bir gen dominant alleli ile birlikte bulunamayacağına göre (aksi takdirde dominant genin öngördüğü özellik dış yapıda görülürdü), bu genin determine ettiği özellik bakımından bu canlı homozigot demektir. Buna dayanarak bütün tepeli güvercinler bu özellik bakımından homozigottur diyebiliriz.

    Herhangi bir canlıda dominant bir özelliğin homozigot halde mi yoksa heterozigot halde mi bulunduğunu anlamak için ressesiv özellik taşıyan bir birey ile çiftleştirilir. Eğer bu çiftleştirmeden elde edilen yavruların hepsi dominant özelliği gösteriyorsa, dominant özelliği taşıyan ebeveynin o özellik bakımından homozigot olduğunu anlarız. Eğer aynı zamanda ressesiv özelliği gösteren yavrular da alınırsa o zaman araştırdığımız dominant özelliğin o canlıda heterozigot durumda olduğunu, yani bu canlının ressesiv özelliği de gizli olarak taşıdığını anlarız.

    CİNSİYETE BAĞLI KALITIM

    Memeli hayvanların aksine kuşlarda, erkekte ZZ ile gösterilen bir çift cinsiyet kromozomu, dişilerde ise ZW ile gösterilen, yapısal olarak birbirinden farklı bir çift cinsiyet kromozomu bulunur. Dişilerde tek bir Z kromozomu olduğu için, Z kromozomu üzerinde bulunan genlerin çiftleri bulunmaz. Bu kromozomlar üzerinde bulunan genlerin determine ettiği özelliklere cinsiyete bağlı özellikler (karakterler) adı verilir. Buna göre kuşlarda yavruların erkek veya dişi olmaları analarından Z veya W kromozomunu almalarına bağlıdır.

    Güvercinlerde buna örnek, daha ilerki konularda göreceğimiz renk açma geni verilebilir. Bu gen cinsiyet kromozomları üzerinde bulunur. Bu geni taşıyan güvercinin rengi açıktır. Sarı rengi buna iyi bir örnektir. Kırmızı tüy rengi genini taşıyan bir güvercin eğer renk açma genini de homozigot halde taşıyorsa rengi sarı olur (diğer birçok renkte de aynı durum izlenebilir). Sarı renkli güvercinlerin aralarında çiftleştirilmeleri sonucu yalnızca sarı renkli yavrular elde edilir. Ancak şekilde de görüldüğü gibi sarı bir erkek (Zd Zd) ile kırmızı bir dişiden (Z+W) olan yavruların erkekleri kırmızı (Z+Zd), dişileri ise sarıdır(ZdW).

    Şekilde de görülebileceği gibi erkek yavrular cinsiyet kromozomlarından birini babalarından, diğerini analarından alırlar. Babalarından aldıkları cinsiyet kromozomunun üzerinde renk açma geni (d) vardır, analarından aldıkları kromozom üzerinde ise renk açma geni (+) bulunmaz. Renk açma geninin bulunmaması durumu baskın olduğu için erkek yavrular kırmızı olurlar. Buna karşılık dişi yavrular Z kromozomunu yalnızca babalarından alabilirler. Z kromozomuyla birlikte renk açma genini de alacaklarından ve bunun karşılığı olmadığından, renk açma geni etkisini göstererek kuşun sarı renkte olmasına yol açar.

    KALİTATİF ÖZELLİKLER

    Çevre koşullarının etkisinin hiç olmadığı yada çok az olduğu, yani ortaya çıkışları genetik yapıya bağlı olan özellikler kalitatif özellikler olarak adlandırılırlar. Renk, tepe, paça gibi özellikler kalitatif özelliklerdir.

    GÜVERCİNLERDE TÜY RENGİNİN KALITIMI

    Birçok güvercin yetiştiricisi için sahip olduğu güvercinlerin rengi çok önemlidir. Farklı ırklarda yapılan güzellik yarışmalarında ilk göze çarpan özelliklerden birisi güvercinin rengidir. Tüy renginin tonu, birden fazla renkli kuşlarda bu renklerin dağılımı ve çakmak (pul, tekir), çubuk (şerit, kolon) gibi işaretler güvercinin değerini belirleyen faktörlerdir.

    Zd Zd
    Z + Z + Zd Z + Zd
    W Zd  W Zd W

    Sarı bir erkek ile kırmızı bir dişiden alınabilecek yavruların dağılımı (renk açma geni d ile, alleli ise + ile gösterilmektedir).

    TEMEL RENKLER

    Bir güvercinin rengi sahip olduğu şu genlere göre belirlenir:

    1. a) Temel renk geninin ne olduğu,
    2. b) Taşıdığı işaret geni,
    3. c) Bunların dışında renge etkili olan genler.

    Temel renklerden, diğerleri üzerinde baskın olanı posta güvercini kırmızısı olarak da isimlendirilir. İşaret bulunan kuşlarda (çakmak ya da şerit), bu işaretlerin kırmızı, diğer kısımların gri olmasına yol açar. İleride göreceğimiz renk yayma geni ile birlikte bulunması halinde güvercinin kuyruk ve el kanat teleklerinin rengi gri, diğer yerleri koyu bir kırmızı olur. Kırmızı şeritli kuşlar birçok yörede “şekeri” adıyla anılırlar. Bundan sonra bu renkten, diğer kırmızı ile karışmaması bakımından, baskın kırmızı (BA ile sembolize edilir) olarak bahsedilecektir.

    İkinci temel rengimiz ise siyahtır (+ ile sembolize edilir). Siyah, güvercinlerde en fazla karşılaşılan temel renktir. Mavi, çakmaklı, miske, sabuni, küllü, siyah galaça, siyah baska vb. güvercinlerin hepsi siyah temel rengini taşırlar. Üçüncü ve diğerlerinin her ikisine göre çekinik olan temel renk ise kahverengidir (b ile sembolize edilir). Birçok yerde bu renk çikolata olarak bilinir. Bu renge güvercinlerde nadiren rastlanır. Temel renkler cinsiyete bağlı bir kalıtım yolu izlerler.

    İŞARETLER

    İşaret sözcüğü ile mavi, sabuni ve baskın kırmızı renkli kuşların kanat üzerinde bulunan ve kuşçular arasında şerit, çubuk, kolon olarak isimlendirilen koyu renkli çizgiler ile çakmaklı ve miske kuşlarda yine kanat üzerinde bulunan pul şeklindeki koyu renkli tüyler anlaşılmaktadır. Bu iki işaret geninden pullar şerite baskındır. Her iki işarete göre ressesiv olan allelleri ise işaretsizlik genidir.

    Pulların yoğunluğu da farklı işaret olarak algılanır. Öyle ki, bu pulların çok sık ve renklerinin çok koyu olması durumunda kuş siyah olarak algılanabilir. Bunlar gerçek siyah kuşlardan ancak kuyruğunun, özellikle yan teleklerinde maviliğin bulunması ile ayırt edilirler.

    Yukarıda belirtildiği gibi yoğun pul (yoğun çakmaklı, yoğun tekir; CT ile sembolize edilir) işareti diğerlerine göre dominanttır. Bu işareti taşıyan kuşlar hemen hemen siyah olurlar, Kanat ve telek tüyleri biraz daha açık renktedir. Bundan sonra normal pul (çakmaklı, tekir; C ile sembolize edilir) işareti, daha sonra şerit (+ ile sembolize edilir) ve bunların hepsine göre ressesiv olan allel, işaretlerin bulunmaması durumudur (c ile sembolize edilir). Bu lokusta bulunan işaret genleri dölden döle geçerken cinsiyete bağlı olmayan bir yol izlerler.

    RENK YAYMA GENİ

    Dominant olan renk yayma geni S harfiyle sembolize edilir. İşaret genlerinden farklı bir lokusta olmasına rağmen bu genin varlığı işaretlerin etkisinin örtülmesini sağlar. Bir kuş renk yayma genini yalnızca anasından veya babasından dahi almış olsa, yani bu gen yeri bakımından heterozigot halde bulunması durumunda bile işaret ne olursa olsun (çakmak, şerit gibi) eğer temel renk siyahsa güvercin siyah olur; temel renk baskın kırmızı ise kuş kuyruk ve el kanat telekleri hariç kırmızı olur. Bu şekilde, bir özelliğin allel olmayan genlerce etkilenmesi yada allel olmayan genlerin birbirlerini etkilemesi genetikte epistasi olarak isimlendirilir.

    Ebeveynlerin yalnızca birisinden renk yayma genini almış, yani bu gen bakımından heterozigot durumda olan bir kuşun işaretleri belli belirsiz görülebilir. Birçok kuşun rengindeki matlık buradan kaynaklanmaktadır.

    TEMEL RENK, İŞARET VE RENK YAYMA GENİ ÜZERİNE ÖRNEKLER

    Soru: Çakmaklı (tekir) dişi bir güvercin hangi temel rengi, ne durumda taşır?

    Yanıt: Temel renk cinsiyete bağlı bir kalıtım yolu izlediği için babasından aldığı bir tek siyah genini (Z+W) taşır. Ancak bunun karşılığı olmadığı için, yani anasından Z kromozomunu almadığından dolayı bu gen bakımından homozigottur.

    Soru: Aynı kuşun işaret geni nedir?

    Yanıt: Bu kuş ebeveynlerinden birinden pul işaretini (C) almıştır. Ancak diğer ebeveyninden ne aldığı, kuşun dış görünüşünden (fenotip) anlaşılamaz. Diğer gen şerit (+) veya işaretsizlik (c) olabilir. Ülkemizde yetiştirilen güvercin ırkları içerisinde işaretsiz kuşlara pek rastlanmamaktadır.

    Soru: Bu hayvan renk yayma geni bakımından ne durumdadır?

    Yanıt: Çakmaklı olduğuna göre, yani renginde pul işareti belli olduğu için bu kuş renk yayma genini taşımaz (+ +).

    Soru: Siyah erkek bir güvercin hangi temel rengi, ne durumda taşır?

    Yanıt: Siyah olduğu için mutlak surette ebeveynlerinin birisinden siyah temel renk genini almıştır. Diğerinden ise siyah genini de almış olabilir, kahverengi genini de almış olabilir. Yani bu gen bakımından homozigot mu yoksa heterozigot mu olduğu anlaşılamaz.

    Soru: Kuşun işaret geni nedir?

    Yanıt: Kuş düz siyah renkli olduğu için hangi işaret genini taşıdığını bilemeyiz. İşaret genleri bakımından bütün olasılıklar geçerlidir.

    Soru: Renk yayma geni bakımından bu güvercin ne durumdadır?

    Yanıt: Kuşun renginin düz siyah olmasından, bu kuşta renk yayma geninin varlığını anlarız. Ancak renk yayma geninin dominant bir gen olması nedeniyle homozigot halde mi yoksa heterozigot halde mi olduğu anlaşılmaz.

    Buraya kadar anlatılanlara dayanılarak anaları ve babaları bilinmeyen mavi erkek bir güvercin ile baskın kırmızı (kanat ve kuyruk telekleri gri) dişi bir güvercinin çiftleşmesinden meydana gelecek yavruların olası renklerini tahmin etmeye çalışalım:

    Mavi erkek, temel renk olarak en azından birinden siyah renk genini almıştır. Tabi ki, her iki ebeveynden de siyah renk genlerini almış olabilir. Bu erkek temel renk olarak yavrularına ya siyah rengini geçirecektir veya eğer diğer gen kahverengiyse bu rengi aktaracaktır (siyah temel rengi kahverengi temel rengine göre baskın olduğu için bu erkek kuş siyah temel rengi ile birlikte yalnızca kahverengi temel rengini taşıyabilir).

    Temel renkler cinsiyete bağlı bir kalıtım yolu izlediği için baskın kırmızı dişi kuş yalnızca babasından aldığı baskın kırmızı renk genini taşır. Zira anasından cinsiyet kromozomu almaz. Bir kuşun erkek olması için hem anasından hem de babasından cinsiyet kromozomunu alması gerekir. O halde baskın kırmızı dişi kuş erkek yavrularına baskın kırmızı renk genini geçirir. Bu renk geni diğer temel renklerin ortaya çıkışını engellediği için erkekler baskın kırmızı olur. Dişi yavrular babalarından ya siyah temel renk genini ya da diğer bilinmeyen temel renk genini alacaklardır.

    Mavi erkeğin işaret özelliğini belirleyen genlerden birisi şerittir. Diğeri ya şerit genidir ya da işaretsizlik genidir. Bu nedenle yavrularına ya şerit genini ya da eğer diğeri işaretsizlik geni ise bunu geçirecektir. Dişi kuşun ise düz baskın kırmızı olması nedeniyle işaretleri bilinmez. Bu nedenle yavrularına hangi işareti aktaracağı da bilinemez. Bu nedenle yavruların işaret bakımından yarısının ne olacağı bilinemezken diğer yarısı şeritli olacaktır.

    Mavi erkek bir güvercin ile baskın kırmızı dişi bir güvercinin renk genlerinin sembollerle gösterimi.

    EG: Erkek Güvercin

    DG: Dişi Güvercin

    EY: Erkek Yavru

    DY: Dişi Yavru

    TRG: Temel Renk Geni

    İG: İşaret Geni

    RYG: Renk Yayma Geni

    B: Baskın Kırmızı Geni

    S: Renk Yayma Geni

    +: Yabani Formu

    ?: Bilinmiyor anlamında

    EG DG EY DY
    TRG +? B- B+, B? +-, ?-
    İG +? ?? +?, ?? +?, ??
    RYB ++ S? +S, +? +S, +?

    Erkek kuşta renk yayma geni bulunmaz. Zira eğer bir tane dahi bulunsaydı bu kuşun rengi siyah olmalıydı. Dişi kuş ise düz baskın kırmızı renkte olduğu için en azından bir tane renk yayma geni taşımaktadır. Yavrularına ise ya renk yayma genini geçirebilir ya da, eğer diğer gen renk yayma geninin yabanisi ise bunu geçirebilir. Bu anlatılanlara dayanılarak ve yukarıdaki tablonun incelenmesinden de anlaşılacağı gibi erkek yavruların, baskın kırmızı şeritli (şekeri) veya düz baskın kırmızı, dişi yavruların ise mavi, kahverengi şeritli, düz kahverengi veya siyah olabileceklerini tahmin edebiliriz.

    ÇEKİNİK (RESSESİV) KIRMIZI

    Taklacı güvercin ırklarında diğerlerine nazaran daha sık rastlanan bu renk baskın kırmızıdan bütün vücudunun kırmızı olması ile ayrılır. e harfi ile sembolize edilen bu gen homozigot halde bulunduğu zaman diğer renk ve renkle ilgili hemen hemen tüm genleri örter. Yani temel rengi, işareti, renk yayma geni ne olursa olsun (ee) genlerini taşıyan güvercin kırmızı olur. Aynı zamanda bu genleri taşıyan güvercinin gaga ve göz renkleri beyaz olur.

    Çekinik kırmızının kalıtımına tablo 5’de bir örnek verilmiştir.

    Kırmızı bir güvercin (ee) ile kırmızılık geni taşımadığı kesin olarak bilinen herhangi farklı renkli bir güvercinin (++) yavrularının tamamı kırmızı dışında bir renkte olurlar.

    Eğer bu yavrular aralarında çiftleştirilirlerse elde edilecek yavrular 1/4 ihtimalle kırmızı 3/4 ihtimalle diğer renkten olurlar.

    Bu renkteki kuşların birçoğunda temel rengin siyah olduğu bilinmektedir. Ancak bu durum şart değildir. Yani kırmızı renkli bir güvercinin hangi temel renk genini, hangi işareti vb. genleri taşıdığı bilinemez. Ancak kırmızı renkli yavrular elde etmek için mutlaka ana ve babasında kırmızı renk geni bulunması gerekir. Yani tek bir kırmızı renk geni diğer renklerin etkisini örtmez.

    RENK (TONUNU) AÇMA GENİ

    Bu gen ile birlikte çekinik kırmızı genlerini taşıyan kuşlar sarı olurlar. Aynı şekilde mavi kuşlar sabuni, çakmaklı kuşlar miske, siyah kuşlar ise zeytini rengini alırlar.

    Bu gen cinsiyete bağlı ressesiv bir kalıtım yolu izler. Bu geni taşıyan yavrular yumurtadan çıkar çıkmaz tanınabilirler. Zira bunların hav tüyleri çok seyrektir.

    Bu gen ile ilgili bir örnek verelim. Zeytini bir güvercinin rengini belirleyen genler şunlardır:

    1. Temel renk siyah (erkekse ++ veya+b, dişiyse +–)
    2. İşaret geni için bütün kombinasyonları taşıyabilir (CTCT, CTC,CT+, CTc, CC, C+, Cc, ++, +c, cc).
    3. Renk yayma genini homozigot veya heterozigot halde taşır (SS, S+).
    4. Çekinik kırmızı geni ya hiç bulunmaz ya da heterozigot halde bulunabilir (++, e+).
    5. Renk açma geni homozigot durumda bulunur (erkekse dd, dişiyse d–).

    BEYAZ

    Güvercinlerde beyaz rengin ortaya çıkmasında birçok farklı gen kombinasyonu rol oynar. Bu nedenle beyaz rengin kalıtımı hakkında bilinenler henüz pek yeterli değildir. Yine aynı sebepten beyaz bir güvercin ile farklı renkte bir güvercinin çiftleştirilmesinden ne renk yavruların alınabileceğini tahmin etmek çok zordur. Bu durum özellikle göz rengi de beyaz olan kuşlar için daha fazla geçerlidir. Ancak bunlardan farklı olarak ressesiv bir kalıtım yolu izleyen ve siyah göz ile birlikte ortaya çıkan beyaz rengin (zwh) diğer beyaz renklerle bir ilişkisi yoktur.

    ALACALIK

    Beyaz güvercinlerin yanında farklı renklerde alaca renkli güvercinlere de rastlanmaktadır. Bu güvercinlerin üzerinde bulunan beyaz renk dışındaki renkler aynı daha önce anlatılan düz renkli kuşlardaki gibi dölden döle geçer. Ancak beyazlık hemen hemen her zaman bulunur.

    Renkli kafa, kanatlar ve kuyruk ve beyaz göğüs aynen siyah gözlü beyazlarda olduğu gibi çekinik (ressesiv) bir kalıtım yolu izler. Kelebek ırkı güvercinlerde görülen renkli kafa ve kuyruk (kara kuyruk, kara baş, altınbaş), intermediyer bir kalıtım yolu izlemektedir. Zira bu kuşlarda siyah ve beyaz renkli ana babadan, kafa, kuyruk renkli yavrular elde edilmektedir. Ancak beyaz renkli kuşların aralarında çiftleştirilmeleri sonucu yalnızca beyaz yavrular, siyahlardan ise yalnızca siyah yavrular alınabilir. Fakat kafa ve kuyruğu renkli kuşların aralarında çiftleştirilmeleri sonucu beyaz, siyah ve kafa, kuyruğu renkli yavrular elde edilebilir.

    Bunların dışında da farklı alaca renkli kuşlar bulunmaktadır. Bunların kalıtımı konusunun oldukça karmaşık bir yol izlediği tahmin edilmektedir.

    DİĞER ÖZELLİKLERİN KALITIMI

    GAGA

    Her ne kadar gaga uzunluğunun kalıtım yolu tam anlamıyla açıklanmamış olsa da bazı çalışmalar ve gözlemler gaga uzunluğunun birden fazla gene bağlı olduğunu göstermektedir. Bunun gibi tek başına etkileri küçük ancak bir araya geldiklerinde belli bir özelliği determine eden genlere eklemeli genler, bu kalıtım biçimine ise çok genli kalıtım adı verilir.

    Buna göre kısa gagalı bir güvercin ile uzun gagalı bir güvercinin yavrularının gagaları orta uzunlukta olur. Bu yavruların aralarında çiftleştirilmeleri sonucu ise farklı uzunlukta gagaya sahip yavrular elde edilir.

    Gaga uzunluğunu 6 çift genin etkilediğini varsayalım. Kısa gagalı kuşu aabbcc ile sembolize edelim ve bunun gaga uzunluğunu 5 mm olduğunu düşünelim. Uzun gagalı kuşları ise AABBCC ile sembolize edelim ve uzunluğunun 17 mm olduğunu varsayalım. Bunların çiftleştirilmelerinden AaBbCc genetik yapısında yavrular elde edilir ve gaga uzunlukları 11 mm olur. Buradan her baskın genin (A, B, C) gaga uzunluğuna 2 mm etkide bulunduğunu görebiliriz. Bu yavruların çiftleştirilmelerinden ise alınacak yavruların gagalarının uzunlukları aşağıdaki tablodan da görülebileceği gibi 1/64’ü 17 mm, 6/64’ü 15 mm, 15/64’ü 13 mm, 20/64’ü 11, 14/64’ü 9 mm, 7/64’ü 7 mm ve 1/64’ü de 5 mm olur.

    TÜY ŞEKİLLERİ

    Kuyruk şekli ve kuyruk telek sayısının da gaga uzunluğunda olduğu gibi kalıtımı tam olarak açıklığa kavuşturulamamıştır. Tavus ırkı güvercinlerle normal kuyruklu güvercinlerin çiftleştirildiği bazı araştırmalarda elde edilen melez (F1) yavruların kuyruk telek sayılarının ebeveynlerin telek sayılarının ortalaması olduğu, yani intermediyer bir kalıtım yolu izlediği bildirilmektedir.

    Üç farklı yerde bulunan 6 genin etkili olduğu bir özellikte, bu üç lokusta da heterozigot genotipte bulunan iki bireyin çiftleşmesinden meydana gelecek genotipler (aynı sayı ile belirtilen genotiplerin etkisi eşittir).

    güvercin genetik

    Paçanın intermediyer bir kalıtım yolu izlediğini biliyoruz. Ancak paça şekil ve büyüklüklerinin farklı bir kalıtım yolu izlemektedir. Paça büyüklüğü üzerinde iki genin etkili olduğu ve bunların tek başına bir kuşta bulunması normal bir paçaya, her ikisinin de bulunması halinde ise büyük paça meydana gelmektedir.

    Tepe özelliği çekinik bir kalıtım yolu izlemektedir.

    DİĞER BAZI ÖZELLİKLER

    Güvercinlerde takla atmanın genetik mekanizması üzerine yapılan araştırmalar bunun cinsiyete bağlı olmayan ve çekinik (ressesiv) bir gen tarafından meydana getirildiği tezini desteklemektedir. Ancak taklacı güvercin ırklarında (Mardin, Tekirdağ Yerli Taklacısı, İzmir Taklacısı vb.) görülen takla çeşitliliğine, takla atmayı determine eden genin yanında farklı lokuslarda yer alan başka genlerin de etkili olduğu görülmektedir.

    Kanatların kuyruk üzerinde toplanması ve kuyruküstünün (kuyruğun üzerinde yer alan yağ bezesi) bulunması özellikleri cinsiyete bağlı olmayan baskın bir kalıtım yolu izlerler. Bunların tersi, yani kanatların düşürülmesi ve kuyruküstünün bulunmaması çekinik bir kalıtım yolu izlemektedir.

    KANTİTATİF ÖZELLİKLER

    Kantitatif özellik dendiğinde ölçülebilen, görünümü yani fenotipi yalnızca genlere bağlı olmayan, ortaya çıkışı çevre koşulları tarafından etkilenen özellikler anlaşılmaktadır. Bu özelliklere güvercinlerden örnek vermek gerekirse, boyları, ağırlıkları, takla yoğunlukları, uçuculuk özellikleri, yavrularının yeme düşme süresi gibi birçok özellik sayılabilir.

    Kantitatif özellikler genellikle birden fazla gen tarafından determine edilirler. Bu nedenle yavrulara geçme mekanizmaları da oldukça karmaşıktır. Bu özellikleri determine eden genlerin durumunu doğrudan bilmeye şu an olanak olmadığı için, bu konudaki çalışmalar bilimsel tahmin yöntemlerine dayanır. Bu tahmin yöntemleri uygulandığında istenen bazı kantitatif özelliklerin istediğimiz yönde iyileştirilmesi mümkündür.

    GENETİK ISLAHIN TEMEL YÖNTEMLERİ

    Arzulanan kalitatif veya kantitatif özelliklerin kuşlarda bir araya getirilmesi, yanı genetik ıslaha ilişkin günümüzde hayvancılıkta kullanılan bazı yöntemler bundan sonraki konularda verilecektir. Güvercinin doğal olarak diğer hayvanlardan farklı olan biyolojisinin (beslenmesi, kuluçka süresi, eşleşmesi gibi özellikler biyolojisini oluşturur) gereği bazı yöntemler önerilecektir. Ancak verilen yöntemler anahtar niteliğindedir. Her yetiştirici bu anahtarları kendi koşullarına göre istediği şekilde kullanabilir. Bunları iyi kavrayıp, kendi koşullarına uydurup, en iyi şekilde uygulayan yetiştirici bunun yararını çok kısa bir süre içerisinde görecektir.

    SELEKSİYON

    Kelime anlamı seçmek demek olan seleksiyon, hayvancılıkta gelecek generasyonun ana ve babalarının (ebeveynlerini) belirlenmesi demektir. Genetik ıslahta başarılı olabilmek için rastgele hayvanların seçilmemesi gerekir. Bu bağlamda bütün hayvanlardan yavru almak da uygun değildir. Başarı için ikinci kural ise hedefin iyi belirlenmesidir. Bir diğer kural da ıslah edilecek materyalin (kanarya, muhabbet kuşu, güvercin vb.) iyi tanımasıdır. Özellikle materyalin ırkını veya iyileştirmek istediğimiz özelliğini iyi bilmemiz gerekir. Ayrıca o özelliğin kalıtım yolunun da belirlenmesi gerekir.

    Genetik ıslahda seleksiyon başlıca şu şekillerde uygulanır.

    1. Hayvanların kendi özelliklerine göre,
    2. Hayvanların ana ve babalarının özelliklerine göre (soy kütüğüne göre),
    3. Hayvanların yavrularının özelliklerine göre,
    4. Aile (familya) özelliklerine göre.

    Kuşçulukta güvercinler genellikle kendi özelliklerine göre değerlendirilirler. Halbuki yukarıda sayılan uygulamaların da dikkate alınması başarıyı arttırır. Hatta mümkünse belirtilen bu dört uygulamadan da yararlanmak gerekir.

    Bu uygulamalar içerisinde anılan aile özelliklerine göre seleksiyon akraba kuşların özelliklerinin ortalamalarına göre seleksiyon yapılmasıdır. Buna göre ele alınan özellikler bakımından ortalaması en iyi olan birbirine akraba kuşların tümü, iyi veya kötü olmalarına bakılmaksızın damızlığa ayrılırlar. Eğer bu şekilde yapılan seleksiyon sonucu elinizde fazla sayıda kuş bulunursa, o takdirde aileler içerisindeki en iyi kuşları damızlıkta kullanınız.

    Öncelikle bir çift genin etkili olduğu özelliklerin kuşlarımızda sabitleşmesi için hangi yolları kullanabileceğimizi görelim.

    CİNSİYETE BAĞLI OLMAYAN BASKIN (DOMİNANT) 

    BİR GEN LEHİNE SELEKSİYON

    Olumlu ve yetiştiriciler açısından önemli birçok özellik cinsiyete bağlı olmayan baskın bir kalıtım yolu izlemektedir. Böyle özelliklerin fenotipten (dış görünüş) homozigot halde mi yoksa heterozigot halde mi olduğunu tahmin etmek mümkün olmadığı için, bu tür özelliklerin herhangi bir hayvan sürüsünde veya grubunda fikse edilmesi (sabitlenmesi) oldukça güçtür. Baskın özelliklerin genotipte heterozigot halde mi yoksa homozigot halde mi olduğunun belirlenebilmesi ancak test çiftleştirmesi sonucu mümkündür.

    Test çiftleştirmesi, cinsiyete bağlı olmayan baskın gene sahip bir güvercin ile aynı özelliğe farklı bir yönde etki eden çekinik (ressesiv) bir gene sahip güvercinin çiftleştirilmesidir. Eğer bu çiftleştirmeden elde edilen yavrulardan birinde dahi çekinik özellik görülürse, baskın gene sahip ebeveynin bu gen bakımından heterozigot durumda olduğu anlaşılır. Tersi durumda, yani yavrulardan hiçbiri çekinik özelliği göstermezse baskın gene sahip kuşun bu gen bakımından homozigot halde olduğunu anlarız. Cinsiyete bağlı olmayan baskın özelliğe sahip güvercinleri damızlığa ayırırsak, kümesimizde üzerinde çalıştığımız geni sabitlemiş oluruz.

    Ancak yukarıda anlatılan yol oldukça zaman alıcıdır ve ayrıca kesin değildir. Zira bir kuştan heterozigot halde olduğu halde test çiftleştirmesi sonucu tesadüfen yalnızca baskın özelliğe sahip yavruların alınması mümkündür. Bu nedenle baskın özelliğin sabitleştiğine inandığınız bir sırada kümesinizde çekinik özelliğe sahip bir yavrunun görülmesi olasılığı her zaman vardır. Test çiftleştirmesinde elde edilen yavru sayısı arttıkça başarı da artar.

    Her ne kadar kesin bir sonuç vermese de, bu tür bir yöntemle çekinik genin kuşlarınızın yavrularında ortaya çıkma olasılığını azaltabilirsiniz. Biz buna bilimsel olarak bir genin frekansının düşürülmesi diyoruz.

    Aynı kalıtım mekanizmasına sahip bir özelliğin yetiştirdiğiniz güvercin ırkında bulunmaması durumunda ise başka bir ırktan bu özelliğin alınması oldukça kolaydır. Bu durumda yapacağınız tek şey kendi yetiştirdiğiniz ırktan, o ırkın özelliklerini en iyi temsil eden kuşlarla, farklı ırktan ancak istediğiniz ve cinsiyete bağlı olmayan baskın bir kalıtım yolu izleyen özelliği taşıyan kuşları çiftleştirmektir. Bunlardan alacağınız yavruların (eğer farklı ırktan olan kuş bu özellik bakımından homozigot durumda ise) hepsi istediğimiz özelliği taşırlar. Alınan bu yavrular (F1) tekrar yetiştirdiğiniz ırk kuşlarla çiftleştirilirler. Bunlardan ise 1/2 oranında ırkınıza katmak istediğiniz geni taşıyan yavrular elde edilir. Bu yavrular melezlerin, yani F1’lerin geriye çiftleştirilmesi sonucu elde edildikleri için G1 ile sembolize edilirler. G1’lerin tekrar yetiştirdiğiniz ırk kuşlara verilmesinden ise G2 ile sembolize

    Cinsiyete bağlı olmayan baskın bir kalıtım yolu izleyen tepesizlik lehine seleksiyon (bu özellik birçok ırkta zaten sabit durumdadır, ancak örnek olarak alınması konunun anlaşılmasını kolaylaştırmak içindir).

    edilen yavrular elde edilir. Böylece 5-6 kuşak (G5 veya G6) devam edilirse, tamamen yetiştirdiğiniz ırkın özellikleriyle beraber, ayrıca başka ırklarda bulunup ta kendi yetiştirdiğiniz ırkta olmasını arzuladığınız özelliği de taşıyan kuşlar elde edebilirsiniz. Bu yöntem uygulanırken elde edilen G1, G2, G4, G5, G6 kuşağındaki kuşlardan, yetiştirdiğiniz ırka taşımak istediğiniz özelliği göstermeyen kuşlar damızlıkta kullanılmamalıdır. Ancak bu çiftleştirmelerden elde edilen kuşların tamamen kendi yetiştirdiğiniz ırkın özelliklerini kazandıklarına inandığınız zaman istediğiniz kuşu damızlığa ayırırsınız veya damızlıktan çıkarırsınız.

    CİNSİYETE BAĞLI BASKIN (DOMİNANT) BİR GEN LEHİNE SELEKSİYON

    Kuşlarda, bu tür bir kalıtım yolu izleyen genler dişilerde mutlak surette homozigot halde bulunurlar. Zira, daha önce de anlatıldığı gibi dişi kuşların cinsiyet kromozomları birbirinden farklıdır. Bu kromozomlar birbirinin homologu (eşi) değildir. Bu tür bir kalıtım yolu izleyen özelliğe ait genin kromozom üzerinde alleli ile beraber bulunmasına olanak yoktur. Buraya kadar anlatılanlardan da anlaşılacağı gibi söz konusu geni kuşlarımızda sabitlemek için istediğimiz özelliği taşıyan dişi kuşlarla işe başlamak tavsiye edilir.

    Bilindiği gibi şekeri rengi cinsiyete bağlı bir kalıtım yolu izler. Bu rengi kuşlarınıza vermek için şekeri renkli dişi bir güvercini kendi damızlıklarınızın en iyisi ile çiftleştirmelisiniz. Bu çiftleştirmeden elde edilen tüm erkek yavrular şekeri olurlar. Dişi yavrular ise erkek kuşun rengindedirler ve şekeri rengini taşımadıkları için amaca uygun değildirler. Bu nedenle damızlıkta kullanılmazlar. Erkek yavruları ise tekrar kendi kuşlarınızın dişilerinin en iyisi ile çiftleştirmelisiniz. Bu çiftleştirmeden ise elde edilen yavruların tahminen yarısı şekeri renkli olur. Yine şekeri yavruları kendi kuşlarınızın en iyileri ile çiftleştiriniz. Bu çiftleştirmede eğer yalnızca dişileri kullanırsanız şekeri renkli erkek yavrular elde edersiniz. 5.-6. Generasyon sonunda elde ettiğiniz şekeri erkek ve dişileri artık birbirleriyle çiftleştirebilirsiniz. Zira bu kuşların diğer özellikleri hemen hemen tamamen sizin kuşlarınıza benzer.

    Dişi kuş ile başlamanın yalnızca tavsiye olduğunu unutmayınız. Elbette erkek bir kuş ile de başlayabilirsiniz. Ancak bu takdirde bu erkek kuşun istediğiniz özelliği homozigot halde mi yoksa heterozigot halde mi taşıdığını bilmenizde yarar vardır. Elbette ki bu özellik bakımından homozigot olan erkek bir kuş ile başlamanız, ilk çiftleştirmede tüm yavruların istediğiniz özelliği taşıması bakımından avantajlıdır.

    CİNSİYETE BAĞLI OLMAYAN ÇEKİNİK (RESSESİV) 

    BİR GEN LEHİNE SELEKSİYON

    Ön tepe (bazı yörelerde bu özelliğe gül adı verilir) cinsiyete bağlı olmayan çekinik bir kalıtım yolu izler. Kuşlarınıza bu özelliğin katılması için, kuşlarınıza çok benzeyen ön tepeli dişi veya erkek bir kuş ile kendi kuşlarınızı çiftleştiriniz. Bu çiftleştirmeden elde edilecek tüm yavruların ön tepesiz olmalarına rağmen bu özelliği taşırlar. Alınan bu yavruların aralarında çiftleştirilmeleri sonucu dörtte bir oranında ön tepeli yavrular elde edilir. Alınan bu ön tepeli yavruları tekrar kendi kuşlarınızın en iyileri ile çiftleştirmelisiniz. Bu şekilde devam ederek diğer özellikleri kendi kuşlarınıza benzediğine inandığınız yerde ön tepeli kuşları aralarında çiftleştirerek devam edersiniz. Bu yöntem diğer yöntemlere nazaran hedefe varmak için dahu uzun bir süre gerektirir.

    CİNSİYETE BAĞLI ÇEKİNİK (RESSESİV) BİR GEN LEHİNE SELEKSİYON

    Daha önce değinildiği gibi bazı açık renklerin meydana gelmesini sağlayan ve renk açma geni olarak isimlendirilen gen cinsiyete bağlı, çekinik bir kalıtım yolu izler. Buna göre kırmızı olan kuşlarınıza sarı rengini kazandırmak istediğinizi varsayın. Bu takdirde sarı bir erkek ile işe başlamak en iyisidir. Zira sarı bir erkek kuş ile kırmızı bir dişiden elde edilecek dişi yavruların tümü sarı renkli olurlar. Bu sarı dişi yavruların kırmızı erkeklere verilmelerinden yalnızca kırmızı renkli yavrular elde edebiliriz ve bu yavruların yalnızca erkekleri renk açma geninin taşıyıcısıdırlar. Bu nedenle dişi yavrular sonraki aşamalar için değersizdirler. Erkek yavruların tekrar kendi kuşlarınızın dişilerine verilmelerinden ise alınacak dişi yavruların yarısı sarı renkli olur. Böylece sürdürülecek olan işlemler sonucunda birkaç generasyon sonra istediğiniz özellikleri taşıyan sarı renkli kuşlarınıza kavuşabilirsiniz.

    KANTİTATİF ÖZELLİKLERİN ISLAHI

    Kantitatif özelliklerin ortaya çıkışının yalnızca genlere bağlı olmadığını biliyoruz. Bu özellikler, az yada çok çevre koşullarından etkilenirler. Örneğin uçucu bir güvercin ırkından elde edilen yavrular zamanında ve yeterli süre uçurulmazlarsa, uçuculukları ebeveynleri kadar iyi olmaz. Bunun gibi birçok örnek verilebilir. Bu durumun tam tersi de söz konusudur. Zamanında ve yeterince uçurulmadığından dolayı kötü uçucu olarak bilinen kuşlardan çok iyi uçucu yavrular elde edebiliriz.

    Bu nedenle anılan özellikler bakımından kuşlarımızın en iyisini seçmek oldukça zordur. Kantitatif özellikler için kuşlarınızın hangisinin daha iyi olduğuna karar vermek için öncelikle hepsinin aynı koşullarda yetiştirilip yetiştirilmediklerini bilmeniz gerekir.

    Kantitatif bir özellik yönünden sürünüzün nasıl iyileştirilebileceğini bir örnek ile açıklamaya çalışalım. Örneğin kuşlarınızın uçuculuğunu geliştirmek istiyorsunuz. Bunun için iyi uçtukları bilinen güvercinlerle başlamak en iyisidir. Ancak elinizde bulunan kuşlarda da bu özellik açısından yeterince varyasyon (farklılık) olması her zaman muhtemeldir. Öncelikle aldığınız yavruların hepsinin mümkün olduğunca eşit koşullarda büyütülmelerini sağlayın. Aynı yaşta uçurmaya başlayın. Uçurma işlemi için hepsine aynı zamanı ayırınız. Bu takdirde bunların içerisindeki iyi uçucuların, iyi uçma özelliklerinin genlerinden kaynaklandığı sonucuna varabiliriz. Burada unutulmaması gereken en önemli konulardan birisi, hedefe bir an önce varmak için mümkün olduğunca çok sayıda yavru arasından mümkün olduğunca az sayıda yavru seçilerek bunların damızlıkta kullanılmasıdır. Unutmayın ki vasat kuşların damızlıkta kullanılması istenen ilerlemeyi yavaşlatır. Bu nedenle çok yavru alacağım diyerek istenen özellikleri taşımayan kuşların damızlıkta kullanılması gereksiz yere vasat kuşların sayısının artmasına neden olacaktır. Halbuki, eğer vasat kuşlarınıza damızlığa ayırdığınız kuşların yavrularını baktırırsanız, hem iyi kuşlar yetiştirmiş olursunuz, hem de gelecek yıl içlerinden en iyilerini seçebileceğiniz yeterli sayıda yavru elde etmiş olursunuz.

    SELEKSİYON YÖNTEMLERİ

    TEKSEL SELEKSİYON YÖNTEMİ

    Bu yöntemde, adından da anlaşılacağı gibi ıslahına çalıştığımız özellikler tek tek ele alınır. Örneğin öncelikle kuşlarımızın uçuculuk özelliklerini geliştirmeye çalışırız. Bu konuda belli bir ilerleme kaydettikten sonra renk konusunu ele alabiliriz.

    Yöntem, özellikle tek bir özellikte ilerleme istediğimizde çok etkilidir. Eğer birden fazla özelliği ele alıyorsak o takdirde yöntem, hedefe ulaşmak için çok uzun bir süre gerektirmesi bakımından dezavantajlıdır. Diğer bir dezavantajı ise, seçim tek bir özelliğe bakılarak yapıldığı için, damızlığa ayrılmayanlar içerisinde başka özellikler bakımından çok iyi durumda olan kuşların da bulunabileceği olasılığıdır. Böylece diğer özellikleri bakımından çok iyi olan kuşlar, ele aldığımız özellik bakımından yetersiz oldukları için damızlık dışı bırakılacaklardır.

    BAĞIMSIZ AYIKLAMA YÖNTEM

    Bu yöntemde iyileştirilmesi düşünülen tüm özellikler aynı anda dikkate alınır. Damızlığa ayrılacak kuşlarda, her bir özellik için belli bir alt sınır tespit edilir. Alt sınırı aşan kuşlar damızlığa ayrılırlar. Böylece aynı anda birden fazla özellikte ilerleme görülecektir. Ancak özellik bazında görülecek ilerleme, teksel yönteme nazaran daha yavaş sağlanacaktır.

    Bu yöntemin önemli bir dezavantajı vardır. Her bir özellik için belli bir alt sınır belirlendiği için, bir özellik bakımından çok iyi olan, hatta listenin en başında olan bir kuş, diğer bir özelliği açısından yetersizse damızlık dışı kalacaktır.

    Bunun yanında öyle özellikler vardır ki birbirleriyle ters ilişkilidirler. Yani, özelliğin birinde yeterli ilerleme sağlanırken diğerinde gerileme olabilmektedir. Bu olumsuz durum başarıyı baltalayan en önemli faktörlerden biridir.

    SELEKSİYON İNDEKSİ (PUANLAMA) YÖNTEMİ

    Yöntem, bundan önce anlatılan diğer iki yöntemin olumsuz taraflarını bertaraf etmek için geliştirilmiştir. Yönteme göre, ele alınan özelliklerin öncelikle ağırlıkları belirlenir. Yani özelliğin hangisinin öncelikli ele alınması gerektiği, hangisinin daha az önemli olduğu belirlenir. Bu özelliklere belli bir katsayı verilir. Özellikler puanlanır ve bu katsayılarla çarpılırlar. Daha sonra çıkan sonuçlar toplanır ve bu değer kuşun damızlık değeri olarak isimlendirilir. Kuşlar bu damızlık değerlerine göre sıralanırlar ve yukarıdan aşağıya doğru belirlediğimiz sayıda hayvan damızlığa ayrılır. Örneğin yetiştirdiğiniz kuşların en fazla takla özelliklerine önem verdiğinizi farz edelim. Bu özelliği 100 üzerinden puanlayabilirsiniz. Bundan sonra sırasıyla iyi uçuculuk özelliği 80 puan üzerinden, renk özelliği 50 üzerinden, döl verimi (bu özellik için çok yumurtlama, yavruların yumurtadan kolayca çıkması, yavrulara iyi bakım gibi birden fazla kriter ele alınabilir) 25 üzerinden puanlanabilir. Bu puanlama yapılırken mümkün olduğunca tarafsız olmak gerekir. Bunun sonucu tüm özelliklerin puanları toplanır. Her kuşun toplam puanları, büyükten küçüğe doğru sıralanır. Bu sıralama erkek ve dişi kuşlar için ayrı ayrı yapılmalıdır. Sıralama sonucu, örneğin kendinize 10 çift damızlık ayıracaksanız, sıralanmış olan puanlara göre en yüksekten başlanarak 10 dişi ve 10 erkek kuş ayırmalısınız.

    YETİŞTİRME SİSTEMLERİ

    Yetiştirme sistemleri, kuşlarınızın genetik ıslahında hedefe varmanızı kolaylaştıracak uygulamalardır. Hangi sistemi seçeceğiniz hedefinize bağlı olarak değişir. Bu sistemlerin dahilinde uygulanacak seleksiyon, istediğiniz özellikte kuşları elde etmenizi sağlayabilir.

    SAF YETİŞTİRME

    Saf yetiştirme aynı ırka sahip hayvanların çiftleştirilerek üretilmesidir. Hatta aynı ırk içerisinde birbirine en fazla benzeyen kuşların çiftleştirilerek üretilmesidir. Birçok kuşçumuz bu sistemi zaten uygulamaktadır. Yine bu sistemde sürüye mümkün olduğunca aynı ırktan bile olsa dışarıdan başka kuşlar sokulmamaya çalışılır. Ancak bu takdirde de kuşlarınız arasında akrabalık derecesi artacaktır. Akrabalık derecesindeki bu artış bazı durumlarda tehlikeli olabilir. Bu durumu önlemek için zaman zaman dışarıdan alınan kuşlarla kendi kuşlarınızı çiftleştirmelisiniz. Bu duruma kan katma adı verilir.

    Saf yetiştirme sistemi ikiye ayrılır. Bunlardan birisi akrabalı yetiştirmedir. Diğeri ise akraba dışı yetiştirmedir.

    AKRABALI YETİŞTİRME

    Akrabalı yetiştirme adından da anlaşılacağı gibi birbirine kan bağı olan kuşların çiftleştirilmesidir. Bu yetiştirme yönteminin iki şekli vardır. Ana-oğul, baba-kız ve kardeşlerin çiftleştirilmesi yakın akrabalı yetiştirme, büyük ebeveyn-torun, amca-yeğen, kardeş çocukları vb. çiftleştirilmesi ise uzak akrabalı yetiştirme olarak anılır. Akrabalı yetiştirme daha önceki konularda üzerinde durulan homozigotluğun artmasına neden olur. Bu yöntemle, kuşlarımızda bulunan iyi özelliklerin yavrularında muhafaza edilmesini sağlayabiliriz.

    Bu yetiştirme sistemi özellikle az sayıda, yani seleksiyon yapacak sayıda güvercine sahip olmayan yetiştiricilerin ellerinde bulunan iyi birkaç kuşun genlerinin yavrularında toplanmasını sağlar. Fazla sayıda güvercin yetiştirmeye olanakları elverişli olmayan yetiştiriciler için en iyi genetik ıslah yöntemlerinden birisidir. Böylece iyi kuşları dışarıda aramak zorunda kalmazsınız. Üstün özelliklere sahip bir güvercinin kendi yavrularıyla çiftleştirilmesi sonucu onun özelliklerini ikinci kuşak yavrularda toplayabiliriz. Zira bu kuşun genlerinin yarısı zaten yavrusunda bulunacaktır. Tekrar yavrusu ile çiftleştirilmesi demek bu kez yavrularda üstün özelliklere sahip kuşun genlerinin %75’inin bir araya gelmesi demektir.

    Bu yöntemin diğer bir kullanma sahası posta güvercini yetiştiriciliğidir. Posta güvercinlerinde akrabalı yetiştirilmiş hatlar elde edilir. Daha sonra farklı hatlardan kuşlar birbirleriyle çiftleştirilirler. Alınan yavrular çoğu durumda ana ve babalarından üstün olurlar. Bu duruma melez azmanlığı yada heterosis adı verilir. Farklı saf ırktan kuşların çiftleştirilmeleri sonucu da bazı özelliklerde heterosis görülme olasılığı yüksektir. Heterosis daha çok yaşama gücü (yumurtaların döllülük oranı, yavruların yumurtadan çıkış gücü, hastalıklara dayanıklılık vb.) ile ilgili özelliklerde görülse de, tüm kantitatif özelliklerde görülme olasılığı vardır. Ancak akrabalı yetiştirilmiş hatlar arası çiftleştirmelerden elde edilen bu üstün yavruların aralarında çiftleştirilmeleri sonucu açılma olacağından beklenen üstün verimli kuşlar elde edilmez. Yani üstün yetenekli kuşlar elde etmek için her seferinde akrabalı yetiştirilmiş ana ve babalar kullanmak gerekir. Bu konuda başarı akrabalı yetiştirmenin derecesine göre artar Bu durum kuşların tekrar tekrar akrabaları ile çiftleştirilmeleri sonucu artar. Örneğin baba-kız çiftleştirilmesinden elde edilen yavruların akrabalı yetiştirme dereceleri %25’dir. Bu yavruların tekrar ana veya babalarıyla çiftleştirilmelerinden elde edilen yavrularda ise akrabalı yetiştirme derecesi %50 olur. Aynı şekilde devam edilmesi ile akrabalı yetiştirme derecesi sırasıyla %75, %87.5, %93.75 vb. olur.

    Akrabalı yetiştirme aynı zamanda zararlı çekinik genlerin etkilerinin yavrularda ortaya çıkmasına da neden olabilir. Böylece zararlı genlere sahip kuşlar tespit edilmiş olur ve bunlar damızlıktan çıkarılırlar. Zira akraba dışı çiftleştirmelerde bu tür zararlı genler ortaya çıkmadan generasyonlar boyunca taşınabilir. Ancak belli bir noktada ortaya çıktıklarında bu zararlı genleri sağlam kuşlarınızın hangilerinin taşıdığını bilemezsiniz.

    Akrabalı yetiştirmenin yukarıda anılan yararları yanında olumsuz bir yönü bulunmaktadır. Akrabalı yetiştirmenin derecesinin artması döl verimi ve yaşama gücü ile ilgili özelliklerin gerilemesine sebep olabilir. Bunlar yumurtlamada bozukluklar, erkeklerin dölleyememesi, yavruların yumurtadan çıkamamaları, yavrulara iyi bakmama, hastalıklara direncin azalması vb. olumsuzluklara yol açabilir. Ancak akrabalı yetiştirilme derecesi çok yüksek olmayan kuşlarda bu olumsuzlukların görülme olasılığının düşük olması ve yukarıda sayılan yararları nedeniyle gerektiği yerde bu yola başvurmanın hiçbir sakıncası yoktur.

    AKRABALAR DIŞI YETİŞTİRME

    Aynı ırk içerisinde, ancak birbirleriyle akraba olmayan kuşların çiftleştirilmesidir. Bu yetiştirme sistemine kuşlarınızın özelliklerini yeterli bulmadığınız zaman başvurmalısınız. Bu amaçla dışarıdan, yani elinizde bulunan kuşlarla akraba olmayan ancak yetiştirdiğiniz kuşlarınızın ırkından ve üstün özellikli kuşları kendi kuşlarınız ile çiftleştirmelisiniz. Bu durumda yabancı kuşun üstün genlerini kendi sürünüze katmış olursunuz. Bundan sonra daha önce anılan genetik ıslah yöntemlerinden birini uygulayabilirsiniz. Bu durum da bir nevi kan katmadır.

    MELEZLEME

    Melezleme farklı iki ırktan hayvanın çiftleştirilmesidir. Kuşçuluk dilinde bu tür çiftleştirmeden meydana gelmiş güvercinlere kırma, kırık, azma, azman gibi isimler verilmektedir. Kuşçulukta melezleme pek istenmeyen bir yöntemdir. Her ne kadar saf kan kuşların yetiştirilmesi istense de istek dışı birçok melezlenmeler olmaktadır. İstek dışı melezlenmeler genellikle farklı ırktan kuşların bir arada yetiştirildiği kümeslerde daha çok görülmektedir.

    Halbuki genetik ıslahta melezleme bazı özelliklerin “iyileştirilmesi” için bir araçtır. Ve yeni ırklar meydana getirilmesi için en iyi yöntemdir.

    Melez hayvanların aralarında çiftleştirilmelerinden meydana gelen yavrular genellikle birbirlerinden çok farklı özelliklere sahip olurlar. Ancak bu yavrular içerisinde istenen veya hoşa giden özellikleri taşıyan yavruların seçilerek aralarında çiftleştirilmeleri suretiyle, birkaç generasyon sonunda nispeten homojen (benzer) yapıda kuşlar elde edilebilir.

    Doç. Dr. Türker Savaş

    TAKLA IRKINDA ÖNTEPE (Gül) ŞEKLİ 

    VE BÜYÜKLÜĞÜ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA

    Giriş:

    Takla ırkı bilindiği gibi Türkiye’nin en yaygın ırkıdır. Doğu, Güneydoğu Anadolu kökenli olmasına rağmen son yıllarda Edirne’ye kadar yayılmıştır. Bu yayılmaya paralel olarak „yetiştirme yönü“nde de hızlı bir değişim yaşanmış, oyun kuşu iken masa kuşu haline getirilmiştir. Ancak bu eğilime rağmen Takla ırkında yalnızca oyun yönüne önem veren yetiştiriciler de bulunmaktadır.

    Masa kuşu olma yönündeki eğilimlerle birlikte Takla ırkına ait güvercinlerin renklerinde de bir çeşitlenme olmuştur. Eskiden bu ırkta görülmeyen yeni renkler oluşmuştur. Eskinin mat siyah renkli güvercinleri yerini parlak siyaha bırakmış, koyu renkliler ise giderek açık renklilere dönüşmüştür. Yine eskiden görülmeyen “mermer” ya da “mermerit” ismi verilen “işaretsiz” kuşlar “ görülmeye başlandı. Yalnızca oyunun önemli olduğu dönemlerde hiç dikkate alınmayan alaca renklere karşı artık hiçbir tahammül kalmamıştır.

    Eskiden öntepeler bu kadar büyük olmasa da, öntepe özelliğine Takla ırkında öteden beri rastlanmaktadır. Öntepe özelliğine ilişkin kalıtsal mekanizma konusunda bilinenler henüz çok azdır. Öntepenin tepesizliği çekinik (ressesif) olduğu tahmin edilmektedir. Ancak öntepe formu üzerine sistematik araştırma yapılmamıştır. Bu lisans tezi çalışmasında öntepe büyüklüğünün tüy rengine, yaşa ve cinsiyete bağlılığı araştırılmıştır. Bunun ötesinde ebeveyn-yavru benzerliğinden öntepe büyüklüğüne ilişkin kalıtsal mekanizma konusunda bazı noktaların aydınlatılması hedeflenmiştir.

    Araştırmada Kullanılan Yöntem:

    Bu çalışmada Çanakkale ve civarında ikamet eden yetiştiriciler ziyaret edilerek toplam 141 güvercin üzerinde ölçümler yapılmıştır. Ölçümlerde öntepe açılımının yarıçapı ölçülmüş ve öntepeler, Çanakkale yöresinde isimlendirme esas alınarak açma gül, punta gül ve bıyıklı olarak kayıt edilmiştir. Bunların yanı sıra, öntepeli bir soya sahip tepesiz kuşlar da kayıt edilmiştir. Tüm bu kayıtların yanı sıra hayvanların renkleri, yavru, genç ve kart olmak üzere yaşları ile cinsiyetleri de kayıt edilmiştir.

    Bulgular ve Sonuçları:

    Kayıt edilen güvercinlerin sayıları öntepe tipine, ebeveynlerinin öntepe tipine ve cinsiyetlerine göre Çizelge 1 ‘de özetlenmiştir.

    Çizelge 1. Öntepe tipleri, ebeveynlerinin öntepe tipleri ve cinsiyete göre gruplanan güvercinlerin sayıları

    Ebeveyn
     Erkek Dişi
    A A
    A B
    A T
    A P
    P B
    D A
    D T
    D B
    T A
    T T
    Erkek Döl
    A B P T
    30 3 1
    1 2
    5
    1
    1
    1 2
    1
    1 1
    Dişi Döl
    A B P T
    34 2
    1 1
    4 1
    1
    1
    1
    1
    4
    1
    1 1

     

    A: Açma; P: Punta; B: Bıyıklı; T: Tepesiz

    Çizelge 1’in ilk satırında, açma öntepeli (güllü) ebeveynlerden olduğu iddia edilen tepesiz güvercin muhtemelen ya yetiştirici tarafından yanlış ebeveynlere kayıt edildi ya da sözkonusu çiftin dişisi kümeste başka bir erkek ile çiftleşti. Bu durum dışındaki bulgular, daha önce de değinildiği gibi öntepeliliğin tepesizliği nazaran çekinik bir kalıtım yolu izlediği yolundaki savı desteklemektedir.

    Çizelge 2’den görülebileceği gibi farklı tüy renklerine sahip kuşların öntepe büyüklükleri arasında kısmen oldukça büyük farklar bulunmaktadır. Sözkonusu ortalamalara göre portakallar ile arapların öntepe büyüklüğü arasında 5,7 mm’lik bir fark bulunmaktadır. İlk anda küçük bir değer gibi görülen bu fark oransal olarak irdelendiğinde portakalların öntepelerinin araplarınkinden % 50 daha büyük oldukları görülmektedir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir konu, farklı renklerdeki hayvanların cüsseleri arasında da fark olması olasılığıdır. Farklı cüsse büyüklüğü öntepelere de yansıyabilir.

    Çizelge 2. Araştırmaya konu olan kuşların tüy renklerine göre öntepe yarıçaplarına ait ortalamalar (mm)

    Tüy Rengi
    Arap
    Mavi
    Beyaz
    Portakal
    Sabuni
    Şekeri
       Ortalama
    11.2
    12.3
    14.5
    16.9
    11.2
    15.0

    Çizelge 3. Araştırmaya konu olan kuşların yaş gruplarına göre öntepe yarıçaplarına ait ortalamalar (mm)

    Yaş Grubu
    Ergin (Kartlar)
    Yavru
    14.7
    11.7

    Çizelge 3’de Ergin güvercinlerin öntepelerinin yavru güvercinlere göre 3 mm daha büyük olduğu görülmektedir. Yine fark küçük görülmekle birlikte önemli olduğunun altı çizilmelidir. Zira 3 mm yavruların öntepe çaplarının % 26’sına denk gelmektedir.

    Çizelge 4. Araştırmaya konu olan kuşların cinsiyetlerine göre öntepe yarıçaplarına ait ortalamalar (mm)

    Cinsiyet
    Erkek
    Dişi
    X
    13.0
    13.9

    Dişi hayvanların erkeklere göre öntepelerinin daha büyük olduğunu Çizelge 4’den izlemek mümkündür.

    Çizelge 5’de b ile sembolize edilen değer ebeveynler ile yavruların öntepe büyüklüklerinin benzerliğini sayısallaştırmaktadır. b-Değeri sıfır ile bir arasında değişir ve sözkonusu değer bire yaklaştıkca benzerliğin arttığı anlaşılır. Benzerliğin çok olması veya az olması ne anlama gelir. Öyle ya, ana babaya benzemelerinden daha doğal ne olabilir ki denilebilir. Ancak bu değerin „düşük“ olması yavruda öntepe çapı üzerine ana babanın etkili olmadığı anlamına gelmez. Yalnızca tüm kuşların öntepe çapları arasındaki farklılığın (varyasyon) besleme, bakım, iklim vb. çevre etkilerinden fazlaca kaynaklandığı hükmüne varılabilir. Tersi durumda, yani b-değerinin bir yada bire yakın olması, öntepe çapı üzerinde çevre etkilerinin olmadığı yada az olduğu anlamına gelir. Ebeveynler ortalaması yavru benzerliğinin karşısındaki değere baktığımızda (b=0,73) öntepe çapları arasındaki çeşitliliğinin büyük kısmının ana babadan, yani kalıtımdan kaynaklandığını söyleyebiliriz. Bunun yanısıra baba yavru benzerliğinin b değeri ile ana yavru benzerliğinin b değerleri arasındaki fark (bbaba = 0,56; bana = 0,67), yani ana yavru benzerliğinin daha yüksek olmasına bakarak dikkatlice öntepe çapı üzerinde anaya bağlı etkilerin daha fazla olduğunu söyleyebiliriz. Bu etkilerden biri yumurta büyüklüğü ve besleme değeri nedeniyle bunun yavru cüssesine etkisi olabilir, diğeri ise cinsiyetler arası farklı genetik kaynaklar olabilir.

    Çizelge 5. Baba yavru, ana yavru ve ebeveynler ortalaması yavru benzerliğini veren değerler

    Yöntem

    Yöntem
    Baba-Yavru Benzerliği
    Ana-Yavru Benzerliği
    Ebeveynler Ortalaması-Yavru benzerliği
    b
    0.56
    0.67
    0.73

     

    Bu çalışmadan çıkarılacak sonuçlar özetlenirse;

    1. Farklı tüy rengine sahip öntepeli güvercinlerin öntepe çapları arasında fark bulunmaktadır. 2. Beklendiği gibi ergin hayvanların öntepe çapları yavrularınkinden büyüktür. Bu nedenle yavruların öntepelerini tam göstermeleri için tüy dökme dönemini geçirmeleri gerekir.
    2. Kuşların öntepe çapları arasındaki farklılığın oluşumunda çevre etkileri genetik etkiler kadar etkili değildir.
    3. Ana ve babanın, yavrularının öntepe büyüklüğü üzerine etkisi, ana lehine önemlidir.

    Teşekkür: Bu çalışmanın yürütülmesindeki desteklerinden dolayı Çanakkale Güvercin Yetiştiricileri Derneği yönetici ve üyelerine, başta Sayın Ali ÇELİK, Hakan DÜZENLİ, Erhan ÖZ ve İsmail TOPÇU olmak üzere teşekkürü borç biliriz.

    Hakan METE ve Dr. Türker SAVAŞ

     

  • Güvercin ve kumru

    GÜVERCİN VE KUMRU
    Güvercingiller (Columbidae) adıyla anılan ve 300 den çok kuş türünü içeren aynı familyanın üyeleridir. Kutup bölgeleri ile ılıman iklim kuşağının en soğuk yerleri dışında dünyanın hemen her yerinde bir kaç güvercin ve kumru türü bulunur. Aslında biyolojik özellikleri açısından bu kuşlar arasında hiç bir fark yoktur. Yalnız geleneksel olarak biraz daha iri türlere güvercin, öbürlerine kumru denmiştir. Hatta kumrularla aynı cinsten olan bir tür üveyik adıyla bilinir. Familyanın en küçük üyesi 15 cm uzunluğundaki elmas kumru (Geopelia cuneata) en irisi de Yeni Gine’de yaşayan ve uzunluğu 80 cm bulan taçlı güvercindir (Goura cristata)
    Güvercinlerin gövdesi yumuşak ve sık tüylerle kaplıdır. Bildiğimiz evcil güvercinlerde boz, kurşuni yada pas rengi gibi donuk renklerde olan bu tüyler, bazı tropik türlerde yeşil,sarı,mavi,mor gibi parlak ve canlı renklere bürünür.Türlerden bir çoğu da değişik renklerden oluşan desenlerle bezenmiştir. Bütün güvercin ve kumrularda üst gaganın dibinde çıkıntı yapan bir et parçası bulunur. Bu kuşların başları gövdelerine oranla küçük, boyunlarıda oldukça kısadır. Bacaklarının, kuyruklarının ve kanatlarının uzunlukları türlere göre değişir. Öbür kuşların çoğunda rastlanan eşeysel ikibiçimlilik güvercin ve kumrularda görülmez; yani dişi ile erkek ayırt edilemeyecek kadar birbirine benzer. Bazı türler böcek, solucan ve salyangoz yersede büyük bölümü tohum yemeye uyarlanmıştır. Treron cinsinden yeşil güvercinler ile bazı başka türler de yalnızca meyve ile beslenir.
    Hemen hepsi, gırtlaktan gelen yumuşak “huu”sesleri çıkararak “dem çekme”denen özel ötüşleriyle tanınır. Yalnız yaşamaktan hoşlanan bazı türler dışında, güvercinler ve kumrular her zaman sürüler halinde bulunurlar. Taçlı güvercin gibi iri türler daha çok yerde yaşayan, toprağı eşeleyerek yiyecek arayan ve yerde yuva kuran kuşlardır. Aynı yaşama ve beslenme alışkanlığı, Türkiye’nin ve bütün Avrupa’nın yerli kuşlarından bir olan üveyik (Streptopelia turtur) ile gökçe güvercinde (columba oenas) de görülür. Buna karşılık türlerin çoğu ormanlık bölgelerdeki ağaçlarda yaşar ve yuvalarını dalların arasına kurarlar. Eski dünyada çok yaygın olan ve Türkiye’nin Toroslar, Kuzey Anadolu Dağları gibi yüksek kesimlerinde kuluçkaya yatan Tahtalı (Columba palambus) da bir orman güvercinidir. Ama ekili tarlalara, bahçelere, hatta insanların bulundukları parklara kadar sokulur. Güvercinler ve kumrular yuvalarını genellikle ağaçların alt dallarına, kaya çıkıntılarına ya da ağaç oyuklarına taşdıkları ince dal ve çalı parçalarıyla yaparlar. Dişi kuş yuvaya genellikle 2,bazen 1 ya da 3 yumurta bırakır. Birçok türün yumurtaları beyaz, bazılarınınki sarımsıdır. Kuluçkaya yatma, yumurtaları gözetme ve yavruları besleme görevini dişi ile erkek birlikte üstlenir. Güvercin ve kumruların başka hiç bir kuşta örneğine rastlanmayan en ilginç özelliği yavrularını beslemek için sütümsü bir sıvı salgılamalarıdır “Güvercin Sütü” denen bu madde erişkin güvercinlerin kursaklarından (yemek borusunda, besinlerin geçici olarak depolandığı keseden)salgılanır ve memelilerin sütü kadar besleyici bir sıvıdır. Ana baba bu sıvıyı kendi gagasından yavrunun ağzına akıtır ve yumurtadan yeni çıkmış yavrusunu tohum yiyecek duruma gelinceye kadar böyle besler. Çok ender bulunan değerli yiyecek anlamındaki “kuşsütü” sözcüğüde bu yüzden deyimlere geçmiştir. Güvercinlerle kumruları öbür kuşlardan ayıran bir başka özellikte su içme biçimleridir, bütün kuşlar gagalarına bir yudum su alıp başlarını geriye doğru atarak yuttukları halde, güvercin ve kumrular tıpkı memeliler gibi suyu emerek içerler.
    Günümüzde, süs kuşu olarak kafeste beslenen ya da çeşitli becerilerinden yararlanılan yüzlerce evcil güvercin soyu vardır. Bunların hemen hepsi, Avrupa ve Asya’da yaşayan kaya güvercininden (Columba livia) türetilmiştir. Bu kuşun İÖ 4500lerde ilk kez Irakta evcilleştirildiği ve eti için kafeste beslendiği sanılıyor. Sonradan İslam dininde, Musevilik ve Hıristiyanlık’ta kutsal sayılan, barışın ve sevginin simgesi olarak görülen güvercinler için camilerde, büyük konaklarda, Avrupa’daki malikanelerde küçük yuvalar ya da güvercinlikler yapılmaya başlandı. Zamanla evcil güvercinden pek çok süs güvercini türetildi.
    Bir zamanlar Amerika’da yaşayan göçmen güvercin (Ectopistes migratorius) bu gün soyu tükenmiş türlerden biridir. 1880 den önce sayıları milyarları bulan bu kuşlar eti için öyle çok avlandı ki sonunda Ohio’daki Cincinatti Hayvanat bahçesinde korumaya alınan bir tek göçmen güvercinden başka örnek kalmadı.1914’te türün bu son temsilcisi de ölünce göçmen güvercinlerin soyu tükendi. Ama doğadaki türleri korumak için önlem alma gereği ilk kez o zaman duyuldu ve soyu tükenen bu kuş öbür türlerin geleceğini kurtaran ilk uyarı oldu. Elimizden geldiğince ırklarımıza sahip çıkalım ve kaybolmalarına, bozulmalarına izin vermeyelim, özelliklerini kaybetmemiş ve damarını en iyi şekilde temsil eden güvercinler beslemeniz dileği ile.
     
    Not: KAYNAK: TEMEL BRITANICA
    Gön: Tekin Özgür
     
     
    GÜVERCİNLERİN BARINDIRILMALARI
    Evcil güvercinlerin atası, kaya güvercini (Rock Dove-Columba livia} olarak adlandırılan bir türdür. Güvecinler esas nitelikleri uyarınca, kafes kuşları değildir. Ötücü nitelikleri ve salt güzellikleri için geliştirilmiş çeşitleri olsa da, evcil güvercinler kafes kuşu olmayıp, ev içinde beslenmezler. Bu girişin yapılması nedeni, evcil güvercinlerin, ataları gibi, gereksinim duydukları “yaşama ortamlarının” daha iyi anlaşılmasıdır. Güvercinler doğada olduğu gibi, havadar ve mevsimsel ısı değişimlerinin hissedilebildiği mekanlarda beslenmelidir. Ancak aşırı etkiler için gerekli önlemleri almalısınız. Kapalı, ışıksız ve diğer doğal koşullara uygun olmayan yapay “ısı ve ışık etmenleri” güvercin yuvalarında olmamalıdır.
    Güvercinlerin ortamlarının, havadar ve nemsiz olmasına özel önem gösterin. Zira kapalı ortamlar, dışkılama nedeni oluşacak “zararlı gazlar” ve ortamdaki oksijenin tüketilmesi ile düşük oksijen miktarı zararlı mikrobiyolojik oluşumlar için en iyi ortamı yaratmış olur. BU nedenle nemsiz ve havadar bir ortam yaratılmalıdır. Aksi halde, ölümler, bağışıklık sisteminin gelişmemesi, hastalıklar kuşlarınızı sürekli olarak risk altında tutacaktır. Güvercin çiftleri için, en az 20 cm derinliğinde ve 30 cm genişliğinde bölümler yapmalısınız. İdeal ölçüler 30 x 50 cm dir. Bölümlerin içine folluklar yerleştirin. Güvercinlerin gezinmeleri için ayrı açıklıklar yaratın ve tünekler oluşturun. Bunlar birbiri ile ne kadar bağımsız olursa o kadar iyidir. Dışkı ve diğer artıklarla birlikte yaşamalarına izin vermeyin düzenli olarak ortamı temizleyin. Güvercinlerinize, yemlik suluk ve taşlık (mineral) edinirken, içlerinde dolaşamayacakları tipleri seçin. Bu kapları da düzenli olarak temizleyin ve dezenfekte edin. Unutmayın ki önleyici işlemler daha ucuz ve mutsuz sonlardan daha keyif vericidir.
    Güvecinlerinizin küçük uçuşlar yapabileceği açıklıkların da bulunması yararlıdır. Dışardan gelebilecek kuşlar için, ayrı ve ilişkisiz bir kafes ortamı yaratın ve kuşlarınızın arasında katmadan önce makul bir süre (3 ila 7 gün arası) onları burada tutarak gözleyin. Rahatsızlıkları olup olmadığını anlamaya çalışın. Zorunlu olmadıkça dışardan kuş getirmeyin. Güvercinlerinizi barındırdığınız ortamı, daha uzun sayılacak süreler içinde, dezenfekte edin. Ancak bu sırada kuşlarınız ortamda bulunmasın. Zemine gözenekli ekipmanlar döşerseniz temizleme konusunda kolaylık yaşayacağınız gibi, kuşlarınızın olağan dışkıları ile temaslarını da engellersiniz. Kuş sayısını da alanın genişliğine göre dengeli olarak ayarlayın. Çok sayıda kuşu dar bir alana koymak, onların hareket yeteneklerini sınırlar ve yeterince hareket edememelerine neden olur. Olağan dışı ses, kirlilik ve ışıklardan uzak tutun. Salmanızı, uçuşlarında görebilecekleri bir ortama yerleştirin. Salmalar sürekli olarak kapalı tutulmalı ve siz varolduğunuzda açılmalıdır. Genel olarak tek bir cins beslemeye özen gösterin. Bu daha iyi bir cins elde etmenizin en kolay yoludur.
     
    GÜVERCİNLERİN BAKIMI 
    Güvercinlerin bakımı yukarıda açıklanan temel sağlık ve mekan koşulları üzerine temellendirilmelidir. Güvercinlerin bakımı, yukarıdaki esasları da dikkate alarak
    a- Mekan
    b- Mekan sağlığı
    c- Beslenme
    d- Koruyucu Hekimlik
    e- Üreme
    f- İyileştirme
    olarak ana başlıkları ile özetlenebilir. Yukarıda mekan ve mekan sağlığının temelleri açıklanmıştır. Aşağıda yazılı sıraya uyularak açıklamalar devam edecektir.
     
    GÜVERCİNLERİN BESLENMELERİ 
    Öncelikle esas olarak güvecinlerinizi gün içinde belirli iki öğünde besleyin. Bunu sabah ve akşam olmak üzere iki kez yapmanız uygun olacaktır. Güvercinlerinizin önünde yem sürekli olarak bulunmamalıdır. Aksi halde, güvercinlerinizin uçuş ve hareket performanslarını olumsuz yönde etkilersiniz. Güvercinler her öğünde yaklaşık 15-20 dk içinde yemlikte bulunan yemlerini tüketir, açlıklarını giderirler. Sonrasında yem ve yemliği güvercinlerinizin önünden alın. Kış aylarında yüksek enerjili besinlerle beslemeniz uygun olacaktır. Yaz aylarında bu rejimi değiştirmelisiniz. Yaz aylarında, taze ve yeşil bitkilerle (marul-ıspanak gibi) beslenmeyi destekleyin. Güvercinliğinizde sabit olarak “mineraller içeren taşlığınız” bulunsun. Mineraller içeren taşlar, güvercinlerinizin “öğütücü dişleri” olduğu gibi, vücutlarının gereksinim duyduğu vitamin ve mineralleri de içerirler.
     
    Yazan: Şükrü Gülkaş
     
     
    GÜVERCİNLERİN TARİHÇESİ 
     
    GÜVERCİNLERİN TARİHÇESİ – ( 1 )
    İnsanoğlu yerleşik yaşama ayak uydurmaya başlayınca, etrafını tanımaya ve anlamaya başlamıştır. Elbette ki ilk insanlar yaşamak ve soyunu sürdürebilmek  için, beslenmeye ve temel insani ihtiyaçlarını gidermeye yönelik çalışmaya başlamış ve bu uğurda doğayla mücadele ederek emek harcamıştır. İlk insanın temel işi ve çelişkisi de bu olmuştur. Tabi ki o dönemdeki temel çelişki insan ile doğa arasındaki çelişkidir.
    İlk insanlar, başlangıçta barınmakta olduğu mağaranın etrafında hazır bulunan çeşitli otlarla yaşamını sürdürmek için  çaba harcarken, akıp giden zaman içinde, yetenek ve alışkanlıklarını geliştirerek barındıkları yerlerden daha uzaklara açılarak, avlanmaya ve değişik beslenme yöntemleri bulmaya çalışmışlardır. İlk insanlar; ateşin bulunmasıyla birlikte avladıkları hayvanların etini, ateşte pişirerek yemeye başlamaları, tuzun bulunup elde edilmesiyle, fazlaca avladıkları hayvanların, etlerini avlanamadıkları günlerde kullanmak üzere, etin tuzlanıp kurutulmasını da keşfetmiş oldular.
    Zamanla, kimi hayvanları yaralı, kimilerini de yakalayarak besleyebileceklerini öğrenmeleri üzerine, bu hayvanları evcilleştirerek kendilerine hizmet edebileceklerini öğrendiler. Bu hayvanların etinden ve postundan faydalanabilecekleri gibi sütünden, yumurtasından, güç ile yeteneklerinden de faydalanabileceklerini yaşayarak öğrenmiş oldular. Öncelikle ilk insanlar, kanatlı olmayan hayvanları tanımış ve evcilleştirmiş olabileceklerini düşünmekteyim. Çünkü; ilk etapta kanatlı hayvanlara ulaşmak mevcut durum gereği yani gerekli olan araç ve gereçler olmadığından çok zor olabileceğini düşünmekteyim. Kanatlı hayvanların uçabildiklerinden ve o dönemde, halen yayla ok atma sanatını da, keşfedemediklerinden dolayı doğada ham olan ve işlenmeyi bekleyen ağaç, taş veya tuzak gibi objeleri kullanarak, kanatlı olmayan hayvanları yani karada yaşayan hayvanları avlayarak hayvanlar alemine böylece daha sıkı bir adım atmış olabileceklerini düşünebiliriz. Çünkü insanoğlu bugün bile yeryüzünü ve gökyüzünü(uzayı) anlamaya ve bilimsel verilerle açıklamaya çalışmaktadır. Zira kısmen de olsa yeryüzü anlaşılmış gibi gözüküyor olmasına rağmen gökyüzü ise insanoğlu tarafından yeni yeni anlaşılır olmaya başlanmıştır.
    Dolayısıyla ilk insanlar öncelikle karada yaşayan hayvanları anlamaya başlayarak evcilleştirme tarihine damgalarını vurmuşlardır. Daha sonra gökyüzünde uçuşan  kanatlı hayvanları çözmeye, anlamaya ve evcilleştirmeye  başlamıştır. Öyle ki,  gökyüzünde (uzayda) anlaşılmayı bekleyen koca bir dünyanın hâlâ anlaşılamamış olması bize hayvanlarla ilgili her şeyin öncelilikle karada yaşayan hayvanlardan başladığını göstermektedir. İnsanoğlu gök yüzünde uçan kuşları görüp, ötüşen seslerini duydukça ve havada gözlemledikçe, bu nadide hayvanları yani kuşları anlamaya, duymaya hatta, arkadaş olmaya başlamışlardır. Zamanla ormanlarda, deniz kenarlarında ve tarıma uygun düz ovalarda yaşamaya başlayan ilk insanlar; yay ile ok atmayı, mızrak ile hayvan ve balık avlamayı, kara sapan ile tarımı geliştirmeyi öğrendikçe, kanatlı kuşlara ulaşabilmek, onları anlamak ve evcilleştirebilmek için daha uygun zeminler yaratmış oluyorlardı. Çünkü; yay ile ok atma yeteneği gelişip yetkinleştikçe, kuşları avlamak insanoğlu için daha kolay olmaya başlamıştır. Ölmeden avlayabildikleri veya yaralı olarak yakalayabildikleri kuşları ilk bakışta tanıma ve öğrenme duygusundan giderek duydukları ilgiden bu kuşları anlamaya, yaralı olanı ise, yaralarını sarmaya, yani o günün koşullarında iyileştirmeye başlamışlardır. Bu arada ilk insanlar ilkel dahi olsa hayvanlarda yaraların sarılması şeklindeki çabaları günümüzün hayvan sağlığı ve tedavisinin temellerini de atmış oluyorlardı. İnsan ve hayvan arasında gelişen ve her gün  karşılıklı birbirlerini görme, dokunma, hissetme ve  aynı mekanda yan yana olma, suyunu yemeni temin etme durumu, kısaca yavaş yavaş hayvanların  evcilleştirilmesini de  beraberinde getirmiştir. Söz konusu  kanatlı kuşlarında hastalıklı iken ya da insanoğlu tarafından esir alınmışken karşılıklı olarak insan ile o hayvan arasında bir etkileşim, tanıma ve yakınlaşma başlar. Tabi ki hayvan bunu içgüdüsel, insan ise, düşünen bir varlık olduğu için beyin dalgalarının algılama gücüne bağlı olarak bu hayvanları anlamaya ve bilince çıkarmaya çalışır.
    İlk insanlar yapıp ürettikleri araç gereçlerle toplumsal bir yapıya ulaşmaya başlarken; yavaş yavaş doğaya da üstünlük sağlama yarışına giriştiler. Kullanılan araç ve gereçler sayesinde üretim artmış ve artan üretim ilişkilerine uygun düşen farklı iki toplumsal yaşam oluşmuştur. Oluşan toplumsal yapılardan biri; tarımsal yapıya uygun araç ve gereçlerin kullanması yanında elde etmiş olduğu tarımsal tohumları da ekip biçmesiyle toprağa bağlı bir köylü toplumu doğar. İkincisi ise; avladıkları hayvanları evcilleştirip üretebildikleri ölçüde yaşamlarını daha iyi sürdürebilen ve belli ölçüde  topraktan bağımsız yaşayan göçer diyebileceğimiz aynı zamanda avlanmanın mayasında olan barbarlıktan türeme barbar toplumlar oluşmuştur. Köylü toplumu avcılıkla uğraşan toplumlara oranla daha farklı bir portre çizer; çünkü bu toplumlar yumuşak ve kendine göre uygar toplumlardır. Diğer gruptaki toplumlar daha serttir. Tabi ki bu iki toplum arasında çıkabilecek anlaşmazlıkların sonucunda göçer olup ta mayasında barbarlık geni olan toplumlar daha kazançlı çıkacakları açıktır.
    Genelde bir hayvan sever olarak barbar kelimesinin bizlere uygun düşmediğini biliyorum. Ama; o dönemin somut koşullarında, biz hayvan severler kabul etsek veya etmesek ilk insanlar yaşamak için  gerekli olan ihtiyaçlarını avladıkları hayvanların etinden, karşıladıklarını acıda olsa biliyoruz. Lakin özelde ise güvercin sever olmamızdan dolayı şunu belirtmeden edemeyeceğim: Dünün göçebe hayatında barbar dediğimiz ilk insanlar bugünün evcilleştirme tarihinin ataları değiller midir. Zira,evcilleştirme tarihi onlarla başlayıp, bizimle devam eder. Demek ki; hayvanlar dünde, bugünde ve yarında hep bir evrim süreci içinde olacakları ve yaşam var oldukça kendilerini yenileyerek yetkinleşecekleri ve bu evrim süreci içinde bilim adamı sıfatıyla, bağımsız ve bireyin özgür iradesine dokunmadan yansız bilimsel verilere uygun incelenebilirliklerini sıcak tutmalıdırlar. Bunun içindir ki kaleme almak istediğimiz güvercinlerin tarihide mevcut bilimsel araştırma ve incelemelere dayanmalıdır. Dolayısıyla Darwin’e uğramadan hayvanlar aleminin anlaşılamayacağını hepimiz gün ışığı gibi biliriz. Özelliklede hayvanlar alemindeki kuşlarla ilgili Darwin’in yapmış olduğu bilimsel araştırmalar ve incelemeler her durumda   bizleri Darwin’e yönlendirebilmektedir.
    Darwin’in hayvanlarla ilgili olan evrim teorisi, bizim taklacı Mardin güvercinlerinin soy ağacını anlamak ve uyarlayabilmek acısından önem taşır. Güvercin yetiştiricileri daima daha üstün, gelişmiş bir soyu (damarı-kanı) üretebilmeleri için hep bir arayış içinde olmuşlardır. Ama bu durum Türkiye de, bilimsel verilere ve yıllarca devam edebilecek akademik çalışmalara da konu yapılamamıştır. Takla atabilme özelliklerine kavuşabilmiş olmaları bizce hala bilinmemektedir. Onun için Darwin’in doğal seleksiyonumu?, yoksa yapay seleksiyonumu? Neden olmuştur diye irdelemek istedik. Bunun bilinip anlaşılması durumunda daha üstün taklacı soyu üretmek mümkün olacaktır. Onun içindir ki sitemiz bu yazıya Darwin ile işe başlamak istedi. Darwin, Galapagos adalarını ziyaret ederken, bu adalarda yaşayan kuşların anakaradaki kuşlardan farklı olduklarını gözlemlemiş ve bunun üzerine farklı ve benzer yanlarını çalışmalarına yazmıştır. Bu kuşların adadan önce tek bir tür olduklarını belirten, benzerliklerini tespit etmiş ve adanın ekolojik durumuna bağlı yaşamını sürdüren kuşların nasılda farklılıklar gösterdiğini izlemiştir. Bundan hareketle, Darwin bir türün farklı iki popülasyonu bölünürse her biri farklı olan bu kuşakla, kendine göre değişmeye başlayacağını dile getirir. Devamla Darwin; bölünmüş olan popülasyonun kuşaklar itibariyle şansları birbirlerine göre ayrılacaktır. Yani biri diğerinden daha üstün özelliklere sahip olacaktır. Zira Darwin farklı kuşaklarla bölünmüş olan bu türün,  yeterli kuşak sonra bu iki grup birbirine karışıp üremesi yeni bir türü de beraberinde getirmiş olacağını söyler. Güvercin yetiştiricileri günümüz koşullarında doğal seleksiyonla istenilen performansı yani üstün ırkı yakalayabilmeleri mümkün görünmemektedir. Çünkü; bu gün taklacı Mardin güvercin ırkı ile ilgili yılların getirdiği pratik deneyler ile gerçek durumu yansıtan bilgi ve birikim vardır. Böyle bilince çıkarılmış bir bilgi varken işi doğal seleksiyona bırakmak sitemizce doğru görülmemektedir. Üstelik böyle bir çalışma neticesinde taklacı Mardin güvercini ile ilgili üstün ırkı yakalamak mümkün görünmemektedir. Bugün elimizde veri varken veriyi görmezlikten gelmek abesle iştigal olur. Lakin taklacı Mardin güvercinin ilk üreme yöntemini rastlantısal sayabilirim ama sonrası için bir zorunluluk olarak kabul etmemiz gerekir diye düşünmekteyim. Bu bölüm için Darwin’in doğal seciciliğini dillendirmek doğru bir seçenek olarak gözükmektedir. Ancak performansı yüksek bir ırkın üretilmesi için Darwin’in doğal secicilik teorisi bilinçli davranış tercihine uygun düşmemektedir. Burada bilinçli davranış tercihine uygun düşecek olan teori Darwin’in yapay seleksiyon diye incelemiş olduğu görüştür. Bu anlamdaki güvercin yetiştiricilerin Darwin’in yapay seleksiyon dediği sonuca bağlı kalmaları durumunda daha az bir sürede daha nitelikli taklacı Mardin güvercinine ulaşmaları mümkün olacaktır. Darwin’in evrim teorisine göre uygun düşen bu açıklamalar manidardır. “Neolitik’ten beri, çobanlar hayvanlarıyla yapay seleksiyonu pratikte uygulamışlardı. Eğer belirli bir inek diğerlerinden daha fazla süt üretiyorsa veya daha uysal ve kontrol edilmesi kolay ise, daha sonra basitçe bu ineğe öküzlerle daha fazla zaman geçirmesi için izin veririz. Böylelikle daha fazla çocuğa sahip olacaktır. Sürünün bir sonraki kuşağı daha fazla süt üreten daha uysal ineklere sahip olacaktır. Çoban yapay olarak arzuladığı özellikleri seçmiştir. Yeterli kuşak sonunda bu sürünün tamamının uysal ve daha fazla süt üretir olmasına yol açacaktır.” Güvercin yetiştiricileri inek misali o dönemlerdeki çobandan yaşadığımız bu zaman dilimine kadar daha yetkin olduğumuzu kabul edersek daha fazla baş yapan, daha fazla kanat sesi olan, daha fazla uzun baş yapan, daha fazla pikeli oyunlu olan, daha fazla dalabilen, başında daha fazla takla vuran, her başında taban taklası vuran, her seferinde başını takla ile bağlayan, başını daha seri çıkan, takla arası mesafe koyabilen, daha fazla sağlam inen, daha fazla kararlı uçan, yani sağa sola yeltenmiyen, daha fazla evini terketmeyen ve ne pahasına olursa olsun damına veya kümesine inen üstün yetenek ve özelliklere sahip, güvercini geliştirip yetiştirmek mümkün görünmektedir.
     
    GÜVERCİNLERİN TARİHÇESİ – ( 2 )
    Yazımın birinci bölümünde güvercinlerin, yapay seleksiyon’la, daha ileri seviyelere çekilebileceği, nitelik ve performans acısından, soyuna soy katabilen, taklacı Mardin güvercini üretebilme imkanı olabileceğini söylemeye çalıştık. Ancak hayvanlar alemini daha yakından tanıyabilmek için, biraz daha Darwin’den söz etmemiz gerektiğine inanıyorum. Darwin çalışmalarını sürdürürken, yaşamın sabit olmadığını sürekli bir hareket halinde olduğunu dile getirerek, buna bağlı olarak, canlılarda bir değişim içinde olduklarını dile getirmiştir. Lakin hayvanlar alemindeki, bu değişim ve dönüşümün yapısını, bir bütün olarak çözememişti. HMS Beagle araştırma gemisi ile, 1831-1836 yılları arasında yapmış olduğu çalışmalar neticesinde, gözlemlerini çok daha ileri düzeylere çekerek geliştirmiştir. Özellikle Darwin’in Galapagos adalarına uğramış olması, onu kuşlar hakkında yeni ve gerekli bilgilere ulaştırmıştır. Galapagos adalarında yaşayan kuşların, beslenmeden kaynaklanan farklı gaga yapıları, Darwin’in daha bir ilgisini çekmiştir. Darwin’in bunca yoğun çalışmasına rağmen, İngiltere’ye dönerken, evrim teorisi ile ilgili kafasında çözülemeyen, mevcut soru işaretlerini de beraberinde getiriyordu. Ta ki, Thomas Malthus’un Nüfus Üzerine İnceleme adlı yapıtını okuyuncaya kadar. Yapıt,”Bütün canlılar bir var olma ya da yok olma savaşı içindedir, savaşların nedeni nüfus artışıdır, çünkü beslenme kaynakları sınırlıdır ve bunlara sahip olmak için insanlar zorunlu olarak savaş yürütmek zorunda kalmaktadırlar ve bu savaşta güçlüler zayıfları ezer geçer” şeklindeki düşünceyi dillendiriyordu. Darwin bu yapıtla kafasındaki soru işaretlerini gidermiş ve  evrim teorisini güçlendirip, doğal seçilim ve canlıların çevreye uyum yasasına ait tezini olgunlaştırmıştır. Darwin evrim teorisi, doğal seçilim ve çevreye uyum tezi kendince yerli yerine oturmuş olmasına rağmen, O dönemin somut koşuları, bu tezin yayınlanması önünde bir engel teşkil ediyordu. Daha sonra ”Bir doğa bilimcisi olarak gözlemlerinden sonuçlar çıkarmaya başladığından beri dinden ve kiliseden kopmuş olan Charles Darwin bu son adımı atmaktan ve teorisini dünyaya açmaktan düpedüz çekiniyordu. Notlarının üzerine “ölümümden sonra açılacak” diye yazarak paketlemişti. Bu paket ve eklediği yeni notları neredeyse yirmi yıl Charles Darwin’in evinin merdiven altındaki süpürgeliğinde, sandıkta durmuştur.”Darwin’in Sabri ve azimli çalışması devam ederken”1858’de, doğabilimci Alfred Russel Wallace’tan bir yayın taslağı aldı. Bu kısa makalede de, Darwin’in uzun yıllar sonra ulaştığı sonuç, yani canlıların yavaş yavaş değişme kavramı açıklanıyordu. Sonraları çok sıkı dost olan iki bilim adamı, araştırmalarını yayımlatmaya karar verdiler. 24 Kasım 1859’da, “Doğal Ayıklanma ile Türlerin Kökeni” ya da kısa adıyla “Türlerin Kökeni” (Origin of Species) adlı kitap 1.250 adet basıldı. Bu kitapta, tüm organizmaların gereğinden fazla yavru meydana getirme yeteneğine sahip olduğunu; ancak, elenenlerle nüfusta denge sağlandığını belirtti. İkinci olarak, bir türün içerisindeki bireylerin, kalıtsal özellikler bakımından farklı olduğu gerçeğini anlattı. Bu gerçeklerden hareketle, yavruların hayatta kalması için yaşam kavgası vermek zorunda olduğunu, çevreye uyum sağlayan türlerin yaşamına devam ettiğini, veremeyenlerinse ortadan kalktığını, istenen özelliklerin de kalıtsal olarak gelecek döllere aktarıldığını ve türlerin özelliklerinin seçiminin her bölge ve koşulda farklı olması gerektiğini varsaydı” “Türlerin Kökeni” adlı yapıtın yayınlanması ile yankıları bir olmuştur. Zira Charles Darwin’in eseri Marks ve Engels’in de yoğun ilgisini çekmiştir. Darwin’in eseri yayınlanır yayınlanmaz Engels, Marks’a yazdığı mektupta şöyle demiştir : “Şu anda kitabını okumakta olduğum Darwin, tek kelimeyle muhteşem”. Marks’da kitabı “Bizim görüşlerimizin doğal tarih temelini içeren kitap işte budur.” şeklinde nitelemiştir.”
     
    GÜVERCİNLERİN TARİHÇESİ – ( 3 )
    Darwin, canlılarla ilgili evrim teorisini yorumlarken, hayvanların değişiminde doğal seleksiyonu temel alarak olayları açıklamaya çalışmıştır. Bunun yanında temel olmasa da yapay seleksiyonlada hayvanların değişime uğradıklarını dile getirmeye çalışmıştır. Darwin galapagos adalarından döndükten sonra, güvercin yetiştiricilerini ziyaret ederek, ayıklanma (seçilim) yöntemiyle nasıl yeni özellikler ürettiklerini öğrenmiş oldu. Örneğin; yapay ayıklanma ile birkaç döl sonra büyük kuyruklu güvercinler elde ettiklerini görmüş olmasına rağmen, kendisi doğal seleksiyonda diretmiştir. Her ne kadar Darwin bu düşünceye uzak kalmaya çalışmışsa da bu günün somut koşullarında daha elite edilmiş taklacı mardin güvercinini üretebilmek, bilinçli ayıklanmayla yani yapay seleksiyonla oluşabileçeği noktasında ikna olduğumuzu  ve Darwinci evrimcilerinde bu noktada ikna olmalarını isteriz.
    Şimdi biraz daha dibe inelim. Bilindiği gibi, canlılar kendi aralarında ve onları çevreleyen şartlara uygun, şu veya bu şekilde bir iletişim ağı oluştururlar. Oluşan bu ağın neticesinde bir oluşum, değişim, ilişki ve çelişkiler yaşarlar ve bu yapılanma canlı varlıkların bir yaşam sistemini oluşturur buna da en genel tabir ile ekosistem denilmektedir. Amiplere gitmeden canlılarda bu ilişki ve çelişkilerin derinleşmesi, yaşanılan doğasal ve coğrafi alt üstler gittikçe canlıları birbirinden uzaklaştırarak farklı yaşamların gelişmesi ve bu yaşamlara uygun düşen, farklı canlı türlerin oluşmasını da beraberinde getirmiş oluyordu. Ve bu canlılar ortak özelliklerine göre kendi aralarında eşleşerek üreme yolunu buluyorlardı. Tabi ki burada kalıtsal yapıları gereği farklı olan, politipik tür, monotipik tür ve ikiz tür den söz etmeyeceğiz. Güvercin ailesinde (familya)yaşanılan somut koşulları irdeleyerek günümüze ulaşabilmiş taklacı Mardin güvercinlerini  anlamaya çalışacağız.
    Darwinin galapagos adalarında aynı popülasyondan olup, farklı kuşaklarla bölünmüş olan bir türün, yeterli kuşak sonra bu iki grup birbirine karışıp üremesi yeni bir türü’de beraberinde getirmiş olacağını söyler. Günümüz modern dünyasında bile popülasyonlar çevresel nedenlerle birbirlerinden ayrılabildikleri takdirde türleşmeyi de beraberinde getirdiklerini biliyoruz. Popülasyondan bilimsel çalışma gayesinden uzak kalmadan çaprazlama yöntemiyle yapılacak eşleşmeler sonucunda değişik formatlarda  mutasyonların oluşacağını biliyoruz. Ben burada şöyle bir yorumla devam etmek istiyorum. İki farklı bir mutasyonun oluştuğunu düşünelim. Biri uygun olmayan genlerin dizilişi ile oluşmuş düşük yoğunluklu güvercin soyu öbürüde uygun genlerin dizilişi ile oluşmuş yüksek yoğunluklu güvercin soyu noktasında olsun. Bu durumda güvercin yetiştiricileri bilinçli bir yapay müdahale sonucunda ayıklanmayı da  (seçilim) en doruk seviyede kullanarak standartlara uygun daha nitelikli taklacı güvercin üreterek çok daha elit bir soy elde edilemez mi? diye sormak istiyorum. Dolayısıyla popülasyon bünyesinde oluşan varyasyonlardan (çeşitleme) çaprazlama yöntemi ile değişik mutasyonların oluşabileceği anlaşılıyor olmasıyla elite edilmiş uygun taklacı güvercin soyu üretilebilirmi?diye yine sormak istiyorum.(sakın iki soruda aynı şey demeyin) Bu yöntemlerle yeni bir nesil oluşacağı açıktır.Ama anılan yöntemlerle taklacı Mardin güvercinin genine yerleşmiş olan akıllı çip e ulaşabilecek miyiz.Buda ayrı bir soru.Lakin bu güne kadar öğrendiklerimizin ışığında güvercin yetiştiricileri güvercinlere yeni özellik ve yetenek katabileceklerini anlatmaya çalışmışlardır.Ancak hiç kimse güvercinin motoruna (gen-çip)inememiştir.
    Hep güvercinin kaporta kısmına çalışılmıştır. Darwin’in güvercin yetiştiricileri ile görüşmesinde bile onlardan kaportaya yönelik yapay ayıklanma yöntemiyle birkaç döl sonra büyük kuyruklu güvercinler elde ettiklerini öğreniyordu. Bu günde Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde yine kaportaya yönelik inanılmaz gelişmeler kaydedilmiştir. açık renkli, göksü sarı ve  ayna kuyruklu güvercin ürettiklerini biliyoruz. Söylediğimiz gibi bu değişiklikte güvercinin kaportasından öteye gidememektedir. Yine Yavuz İŞCEN tarafından kaleme alınmış bana göre kaportaya yönelik yazısını sizlerle paylaşmak istiyorum. “Tepelilik özelliği, güvercinlerde resesif (çekinik) yani baskın olmayan bir karakter olup cinsiyetten bağımsız bir yol izlemektedir. Başlangıç için seçeceğiniz güvercinler çok önemli. İlk önce tepesiz ve oyun açısından en güvenilir kuşlarınızdan birini seçerek işe başlayabilirsiniz. Daha sonra oyun özelliği açısından en iyi ve tepeli olan bir kuş daha bulmanız gerekiyor. Kuşların hangisinin hangi cinsiyette olacağı çok önemli değil. Bu iki kuşu eşleştirerek işe başlamalısınız. Bu takıma T1 diyelim. Birinci dölde (F1 dölü) alacağınız yavruların hiç biri tepeli olmayacaktır. Ancak bu yavruların genlerinde tepelilik özelliği bulunmaktadır. Daha sonra aldığınız yavruları birbirleri ile çiftleştirmeniz gerekiyor. Yavruların çiftleştirilmesi sonrası elde edeceğiniz (F2 dölü) kuşlardan istediğiniz özellikleri taşıyan (tepeli) yavruların oranı %25 olacaktır. Yani bu kuşlarda her dört yavrudan sadece biri istediğiniz özelliğe sahip olacaktır. Diğer üç yavru elden çıkartılmalıdır. Bu yavruya Y1 adını verelim. Y1 ile aynı şekilde geliştirilmiş başka bir Y2 yavrusu daha elde ettiğinizde (bunun için başlangıçta T1 ve T2 olarak iki takımla işe başlamak uygun olabilir. Eğer tek takımla başlarsanız T1 den beklediğiniz özelliklerde ikinci bir yavru daha almanız gerekir. İki takımla işe başlamak elinizde kalitesine güvendiğiniz fazla sayıda kuşunuzun bulunması durumunda tercih edilmelidir.) her iki yavruyu Y1 ve Y2 birbiri ile eşleştirdikten sonra alacağınız bütün yavrular başlangıçta tam olarak olmasa bile birkaç kuşak sonra tam olarak istediğiniz özelliği göstereceklerdir. Bu deneme sırasında elde edilen ve istediğimiz özellikleri taşımayan diğer bütün yavruların elden çıkartılması geliştirilen özelliğin korunabilmesi için en uygun yoldur. Buraya kadar yine kaporta anlatılmaktadır her ne kadar taklacı güvercinlerden söz etmiş olsa da yine güvercinin şapkalısının (tepeli) üretilebileceğinden  yola çıkmıştır. Ancak hepimizin bildiği gibi taklacı Mardin güvercinlerinin yetenekleri çok farklıdır. ve bu yeteneklerini bir uçuş dilimi içerisinde bir bütünsellik çemberinde sergileyebildiği kadar taklacı Mardin güvercini olabilir. kendi ırkından gelen ve tarafımızdan sitenin güvercinin standartları başlığında açıklanan 12 adet yeteneklerine özgü açıklamalar yapılmıştır. bunları buraya aktarmak istemiyorum.
     
    GÜVERCİNLERİN TARİHÇESİ – ( 4 )
    Güvercinlerin tarihçesi diye yazmaya çalıştığımız bir önceki yazı dizisinde, hayvanlar aleminde evcilleştirmenin öncelikle karada yaşayan hayvanlarla başladığını dile getirmiş, ve daha sonra evcilleştirme süreci havada yaşayan kanatlılarla başlamış olabileceğini anlatmaya çalışmıştık. Güvercinin dünyanın dört bir yanına dağılmış olduğunu düşünecek olursak, kim ve hangi toplum tarafından evcilleştirilmiş olduğunu söyleyebilmek gerçekten zordur. Zira güvercinin dünyamızın çok geniş bir zeminine yayılmış olduğunu idrak ettikçe ne kadar zor bir meslekle uğraşmakta olduğumuzu daha iyi anlamış olacağız. Başlangıç olarak darwinin bugün beslemekte olduğumuz evcil güvercinin, atası olarak kabul ettiği kaya güvercini bizlere işaret ettiğini biliyoruz. Bu konuda çalışma yapan birçok araştırmacıda, evcil güvercinin atası kaya güvercini olduğunu söylemektedir. Lakin kuş bilimcileri tarafından yapılan incelemeler sonucunda ise evcil güvercinin 2 veya 4 tür yabanı güvercinin eşleşmesi ile oluşan ve farklı zaman dilimleri içerisinde varyasyonlaşabilen güvercinden kök almış olabileceği söylenmektedir. Güvercin tarih boyunca, doğal ve yapay seleksiyonla bilinen 800 ırkı günümüze kadar taşıyabilmiştir. Toplum ve bireyin ekonomik, sosyal ve kültürel yapısına getirisi ile daha yakın duran, özellik ve yetenekleri ile bunu gösterebilen güvercinin, daha fazla öne çıkmaya başlayacağı bilenen bir gerçektir. Dolayısıyla bu şekilde öne çıkan güvercin ırkı, diğer ırklara nazaran daha fazla gelişeceği ve özelliğini geliştirmek için destek göreceği bilinen diğer bir durumdur. Onun için insanoğlu tarafından sürekli olarak geliştirilip yetkinleştirilen evcilleştirme tarihi, Asya, bir kısım Afrika ve Mezopotamya da gelişmiş olabileceği her ne kadar söyleniyorsa da, bu evcilleştirmenin Asya ve Mezopotamya toplumlarınca geliştirilmiş olabileceğini söylemek isterdim. Ama evcilleştirme konusunda her iki toplumu destekleyen bilimsel bulgu ve belgeler olmadığından, kendimde bu düşüncenin niyet olarak kalmasını istiyorum.
    Ancak bir kısım sınırları denizlerle çevrili olan Çin, Hindistan, Pakistan ve Sattülarab ile devam eden İran, Irak, Suriye yine Akdeniz, Marmara ve Karadeniz ile çevrilmiş olan Türkiye, devamla bir kısım Rusya, ve Rusya ile komşu olan Kazakistan ve Moğolistan ile çevrili bu coğrafyada evcilleştirmenin doğmuş olabileceğini kendimdeki niyet gibi bu kanaati da düşüncelerime taşımak istiyorum. Çünkü bu bölgelerdeki özellikle Jeopolitik açıdan son derece büyük bir öneme sahip olan Asya toplumu ile Fırat ve Dicle nehirleri arasında kalan Sattülarabin iki yakasında ve İran yaylasının batı eteğine kadar uzanan ve tarih boyunca Uygarlıklara ev sahipliği yapmış olan Mezopotamya toplumu arasında evcilleştirmeyle ilgili gidip gelmek benim için çok daha ayrı bir düşünceyi beraberinde getirmektedir. Lakin, çevrili ülkeleri sayarken Çin’le başlamıştık Çin’le devam etmek istiyorum. Bugün Çin’i Asya üzerinden Anadolu’ya ve oradan Avrupa’ya bağlayan tarihi kervan veya baharat dedikleri yol bildiğiniz gibi İpek yoludur. Bu yol Üzerinden  ticaret kanalı ile mal aktarımının yanında, kültür etkileşimi de önemli bir rol oynamıştır. Zira bu yol toplumların birbirlerini etkilediği ölçüde felsefe, ahlak, örf ve adetler ile inancın kısmen de olsa  değişimlere neden olmuştur. Doğudan batıya pusula ve kağıt gidince Avrupa’nın deniz gücüde gelişmiş oluyordu. Gelişen bu gemilerin gücü kapsamında dönemin ünlü padişahı Fatih Sultan Mehmet 1453 yılında İstanbul’un fethini gerçekleştiriyordu. Gelişen bu deniz güçü beraberinde tarihi ipek yolunu da işlevsiz bırakıyordu. Bu anlatımlardan çıkarmak istediğim sonuç ise;
    1-Site  durumuna
    2-Tarih   durumuna
    3-Uygarlık   durumuna
    4-Ticaret       durumuna
    5-Ve İnanç   durumuna
    göre değerleri daha yoğunlukta olan toplumun söz konusu güvercinin evcilleştirilmesine daha önce başlamış olabileceğini düşünmek istiyorum. Evcilleştirme tarihinde toplumun ortak birikim ve ortak aklında etkili olabileceğini düşünmek isterim. Lakin evcilleştirmeyi nihai olarak su yüzüne çıkaracak olan, yine bilimsel çalışmalar neticesinde bulunacak bulgu ve belgeler olacaktır. Her şeye rağmen güvercinin evcilleştirilmesi genel olarak özetlenirse ekonomik, sosyal ve kültürel ihtiyaçtan doğmuş olduğunu hepimiz biliriz. Yukarıda bir kısım Afrika dememdeki düşüncenin altında yatan ülke ise Mısır’dır. Ancak Mısır’ın çok eski medeniyete sahip olmasına rağmen güvercinin evcilleştirilmesi Afrika kıtasından başlamış olabileceğine dair bir düşünceye sahip olmak isterdim. Lakin Afrika coğrafyası içinde, bilimsel çalışmalar neticesini beklemekten başka alternatifimiz yok.
    Güvercinin sonraki çağlarda evcilleşmesi ile kimi zaman gübresi ve eti kimi zamanda yön bulmadaki ustalığı ile özellik ve yetenekleri için korunduklarını biliyoruz. M.Ö 1200 yıllarında Mısır’da güvercin den haberleşme amacı ile yararlanıldığını ve M.Ö 300 yıllarında Çin’de postacılık için bütün ülkeyi saran bir haberleşme ağı kurulduğu. Dönemin hükümdarları savaş ve yolculuklarında  güvercinin haberleşme alanında kullandıklarını gerektiği yerde ve zamanda bu haberleşme ağı ile savaşı kazanabildikleri yine gerektiği yerde ve zamanda savaşı önleyerek barışa katkı sundukları bilinen gerçeklerdir. Zira 1146 ila 1174 yıllarında Suriye hükümdarı Nureddin Mısır’da güvercin den bir posta ağı kurup ayaklarına ve gagalarına yönelik bulmuş olduğu bir şifreleme yöntemi ile ün yaptığı bilinen diğer bir gerçektir.
    Güvercinin yukarıda sayılan alanlardaki hizmetleri, toplum tarafından benimsendikçe, ister istemez toplumun hassas dokusu olan, inanç dünyasında kendine bir yer edinmiş olacaktır. Güvercinin kendinden yana oluşan bu inanç kültürü, kendi içinde gelişerek kendisini günümüze kadar taşımış olduğu gibi, Yahudilerin, Hıristiyanların ve Müslümanların tarihinde  güvercin den yana son derece olumlu söz edilir. Hazreti Nuh’a tufandan sonra suların çekildiğini haber veren, Hazreti Muhammed’in düşmanlarını şaşırtan yine güvercin olmuştur. Yukarıda söylendiği gibi dünyada evcil güvercinin 800’ze yakın ırkları olduğu söylenmekle, bunun 30’na yakın bir kısmı ise ülkemizde bulunmaktadır. Bu otuz ırkın içinde sayılan  Ankut güvercini en eski ırklarımızdan biridir. Zira yer yer güvercinin özellik ve yeteneklerinden söz eder ve yazarız. İşte Ankut ve Demkeş  güvercinin  ötüş özelliklerinden dolayı yaygın olarak yetiştirilmişlerdir. Ankut güvercinin ırkı dünyaca da bilindiği ve Peygamberimizin torunu  ve Hazreti Ali’nin oğlu olan İmam Hüseyin’in çakşırlı paçalı ve Ankut güvercini beslemiş olduğu tarihte yazılır. Evliye çelebi 1638 yılında İstanbul’daki güvercin severlerin kuşu kuş ile avlayan avcıların piri İmam Hüseyindir söylediklerini yazar. Evliya çelebinin kayıtlarında Hazreti Ali’nin “kırmızı çatal ibikli çakşırlı güvercin” beslediğini ve bu Ankut güvercini beslemenin sünnet olduğunu ve bu Ankutların sade kut, taçlı kut ve çakşırlı kut gibi çeşitleri olduğunu belirtir. Bir Müslüman toplumu olan Şanlıurfalılar Ankutların uğurlu olduklarına inanırlar. Hazreti Eyüp’ün bu güvercini mağarasında beslediği ve çocuğu olmayan kadınlara gece uykusunda korkan kadınlara uğur ve deva olduğu söylenir. Bugün Rusya da bulunan bazı güvercin ırkının sözünü ettiğimiz Ankut güvercin den köken aldığı ve bu durumu Rus güvercin yetiştiricileri de kabul ettikleri bilinmektedir.
    Osmanlı 1600’lü yıllarında görev unvanlarını bakmakla yükümlü oldukları güvercinin adlarından alan 30 doğancı,271 çakırcı,276 şahıncı,45 atmacacı olmak üzere toplam 592 görevli çalışmakta idi. Köme güvercinin bugün Şanlıurfa’da “Halis Güvercinler” olarak bilinir. Dünyada ise Dewlap olarak anılırlar. Osmanlı sınırları içinde bulunan Suriye ve Lübnan’daki güvercin den köken aldıkları, Halep, Şanlıurfa ve Gaziantep arasında bir güvercin ticareti yapıldığı ve bir ara Suriye’de bu kuşların tükenmeye başladığı için Suriyeli güvercin severlerin Gaziantep’in Kilis’ine gelerek güvercin aldıkları bilinmektedir. Köme Güvercinin bugün bile Şanlıurfa’nın en değerli güvercinidir.”Halis Kuşlar (Köme Kuşlar):Bu kuşlar evcil ve eğitilmiş olup uçurulabilen kıymetli türden kuşlardır. Takla vurmazlar, düz uçarlar ve tumansızdırlar. Bu kuşların erkek olanları (bölük)ayrı matarda beslenir ve yetiştirilir. Bölük kuşların yanında dişi kuş bulunmaz, çünkü kuşçu gereken eğitimi veremez. Şanlıurfa da bu güvercinin çeşitleri ise söyledir. Mevrendi, lemsavey, kırktelli, şıhşelli, şami, zırhı, karalı, tağlit, şekeri, şafrakaragöz, killo, gez, ehles, şafra, arans (keşpir), baş, üveys, balina, Macar, Hollanda, ispir, müsevved, alacalar, mısırlı, kuzer, fitilli, nakışlı (yazılı), amberli, kınıfırlı, kuyrak, perçemli, aynalı, şarabı, derviş Ali, cübbeli, abalı, İsrail ve zeytuni”dir. (Kaynak Şanlıurfa belediyesi)
     
    GÜVERCİNLERİN TARİHÇESİ -( 5 )
    Dünyadaki güvercinler  her ne sebeple olursa olsun dünyanın geniş bir zeminine yayılmış olduğunu biliyoruz. Türkiye’de ise, dünya geneline uygun ülkenin dört bir yanına dağılmış olduklarını görüyoruz. Öyle ki ülkemizin her il, ilçe, belde ve köyünde onlarca güvercin yetiştiricisi ve güvercin severi görebilmek mümkündür. Her ne kadar eski dönemlerde güvercin besleyenlere ‘kuşbaz’ denmişse de sonraları bir adım ileri gidilerek ‘kuşçu’ denmeye başlandığını ve dizilere konu olduğunu hepimiz biliriz. Lakin, ülkemizde güvercin severler öylesine sevdalı ve öylesine yaygındırlar ki söz konusu bu sevdayı bu tabirlerle tanımlayabilmek ve tanıtmak günümüz koşullarında yetersiz olacağı kanaati bizlerde her geçen gün biraz daha gelişmektedir. Özellikle güvercin yetiştiricisi eğitim ve kültürel düzeyde ülke çıtasını yakalamaktan uzak olması bizlerin bu toplumda ve bu sevda için ne kadar çok çalışmamız gerektiğini çok net bir biçimde bize göstermektedir. Çok çalışmamıza paralel, ülkemizin somut koşullarına uygun düşeceğini idrak etmeye çalıştığım tabir genel için; güvercin sever özel için  ise ; güvercin yetiştiricisi deyimini kullanmak daha uygun düşeceğini söylemek isterim. Gerçi bu terimlerin günümüz koşullarında kullanılmakta olduğunu biliyorum. Ama bunun sistemli bir çalışma neticesinde kuşbaz ve kuşçu deyimlerin yerine daha uygun düşeceği, günümüzü ve yarınımızı  kucaklayacak olmasından “güvercin sever” ve “güvercin yetiştiricisi” terimlerinin  tabanın tamamına çeşitli araç ve gereçler kullanılarak yerleştirmek gerektiğini söylemek isterim. Geçmiş dönemlerin güvercin yetiştiricisi günümüz güvercin yetiştiricisi kadar nicelik ve nitelik kazanamadıklarından  güvercinlerini özensiz ve derme çatma yuvalıklarda beslediklerini biliyoruz. Ancak ülkemizde kapitalist sistemin üretici güçleri ile üretim ilişkileri gelişip yaygınlaştıkça ve en ücra köyümüze kadar girdikçe toplum yapısında ister istemez bu sisteme uygun bir sosyal yapılanmada beraberinde gelişip oluşuyordu. Oluşan bu sosyal yapılanma sonucunda güvercin sektörü her geçen gün biraz daha  ivme kazanarak kendini yenileyip mecrasına akmaya başlamıştır. Böylece mecrasında olgunlaşmaya başlayan güvercin sektörü uygun kümeslerde konuşlandırmaya, bakım ve hastalıkların tedavisinde vb. olumlu etkenlerde bir araya gelince yeni bir yapılanmaya gidilebildiği izlenir olmuştur. Öyle ki gelişen ve değişen somut koşullara uygun, güvercin sektörünü bilimsel verilere dayalı geliştirmek ise kaçınılmaz olmuştur.
    Ülkemizde çeşitli güvercin ırkları olmasına rağmen taklacı ırkı ön sırada yerini almakta olduğunu bilmekteyiz. Önceki yazılarımızda söz ettiğimiz geniş bir coğrafyada taklacı güvercinlerin bulunduğunu öğreniyorduk. Çok dibe inmeden yabancı kaynaklarda 1055 yıllarında Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey Abbasilere taklacı güvercini tanıttığı ve Abbasiler kanalı ile İran, Irak, Suriye ve Ermenistan olmak üzere bölgedeki diğer ülkelere ve Mezopotamya’ya yayıldıkları belirtilmektedir. Bu durumda Selçuklu toplumu ile Arap toplumu arasında kurulan bu iletişime bağlı olarak söz konusu güvercinlerin her biri kendi toplumuna ait güvercinle eşleşeceği ve buna bağlı olarak ırk veya soy çalışması yapabileceği ve netice itibarıyla farklı ırk ve jenerasyonların oluşabileceği bilinen bir gerçektir. Yine Doğu Türkistan’da “beyaz kağıt oyun güvercini” ve “siyah pars oyun güvercini” var olduğu ve bu güvercinin iki veya üç çeşidinin bulunduğu yüksek uçtuğu ve uçarken takla attığı söylenmektedir. Tam bu noktada yüksek uçtuğu ve takla attığı deyimiyle ilgili bir şeyler söylemek istiyorum. (1.) Ne kadar yüksek uçtuğu ve ne kadar süre ile havada kaldığı bizce bilinmiyor. (2) Her taklacı güvercin havada uçarken takla atar ama sözü edilen bu güvercin takla atarken nasıl bir yetenek sergiler bizce bu durumda bilinmiyor.
    Bunu şunun için irdeliyorum; çünkü bizim ikinci kategoride tabir ettiğimiz taklacı Mardin güvercini 7 ila 8 saat uçtuklarını bizzat yaşadığımız için biliyoruz. Öyle ki bu kategoride yer alan taklacı Mardin güvercini sabahtan akşama kadar havada kaldıkları ve o zaman ‘fanus’ dedikleri lamba ile güvercinlerin kümese inmesini sağlamak için güvercin yetiştiricilerimiz bir caba ve emek harcadıklarını bununla da kalmayarak geceye kalıp kalmayacağına dair büyük bir heyecan duyduklarını biliyoruz. Zira geceye kalan güvercin bir sonraki günün akşamına kadar uçmaya devam ettiğini, büyüklerimiz bu durumu çok yaşadığı için anlata anlata bitiremiyorlar. Bugün bile bu güvercinleri havada görmek mümkündür. Dolayısıyla ikinci kategoride anlatmaya çalışacağımız taklacı Mardin güvercini süre olarak sabahtan akşama kadar havada kalması onun genel standardıdır. Yüksek uçmaya gelince bu ikinci kategoride saydığımız taklacı Mardin güvercini uçtuktan sonra saatlerce gökyüzünde görünmezler. Dürbünle bile baksan kendilerini göremesin çünkü onlar bulutların üzerinde gezmektedirler. Öyle uçarlar ki havayı bile incitmezler o kadar derin ve nettirler ki bazen onların yerinde olmak isterdim. Saatler süren uçuştan sonra çok yükseklerde görünmeye başladıklarını sezersin ve gittikçe irtifasını düşürmeye başlarken bile o havada süzülmeye devam eder. Bu arada  güvercinimiz yeteneğini sergilemek için başına asılmaya ve başına asıldıkça dikey olarak yükselmeye ve yükseldikçe başında takla vurmaya ve takla vurdukça  kulağa hoş gelen o kadar güzel  kanat ve takla sesi çıkarır ki, bizler o sesi duydukça bütün olumsuzluklarımızın dağılmış ve bunlardan arınmış olduğumuzu hisseder ve rahatlarız. Acaba Doğu Türkistan’da yüksek uçan ve takla atan bu güvercinleri böyle mi biliyoruz? Ama bütün yazılanları ve anlatılanları düşündükçe  bu güvercinlerin taklacı Mardin güvercinin yakalamış olduğu formattan çok daha geri bir formata sahip olduğunu düşünmekteyim. Çünkü taklacı Mardin güvercininde her zaman saklı olan birden fazla asalet vardır. Bu asaleti başka bir taklacı güvercinde bu güne kadar görmek ne bize nede bizden önceki kuşaklara nasip olmamıştır. Şunu da söyleyerek konumuza devam etmek istiyorum. Sözünü ettiğimiz ve sabahtan akşama kadar uçan güvercinin değişen yaşam koşulları sonucu bu güvercini yetiştiren yetiştiricilerimiz gittikçe azalmaktadır. Gerçekten bizdeki taklacı ırkın standartlarını başka bir taklacı güvercinde var olabileceğine dair bir kayıt ve bize ulaşan bir bilgi yoktur. Gerçi taklacı Mardin ırkı dışındaki taklacı ırkları ile ilgili yazılanlar var, ama hiçbir yazı bizim taklacı Mardin güvercinin özelliği ile örtüşmemektedir. Turkish, Tumbler, Asiatic, Clap, Tumbler, gibi adlarla dünyada bilinen taklacı güvercinin her ne kadar uçuş, oyun, taklacı ve performans güvercini diye söyleniyorsa da bir bütün olarak bu güvercin ırkının taklacı Mardin güvercinin yeteneklerini aşan bir performansa ulaşamadıkları bizce bilinmektedir. Bu güvercinler yukarıda adlarını saydığımız dünyaca bilinen taklacı ırkları olsa olsa taklacı Mardin güvercini yanında ancak bir alt kimlik gibi durabileceklerine yönelik inancımız çok yüksektir. Neticede ülkemizin Mardin bölgesi dışındaki bölgelerde taklacı performans güvercini adı altında uçan ve baş veya fişek yapabilen taklacı güvercinini irdelediğimizde yine taklacı Mardin ırkı güvercininden kan aldığı ve taklacı Mardin güvercini ile kırdırılmış olduğunu görmekteyiz. Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, Abbasilere taklacı güvercini tanıttığını yabancı kaynaklardan öğreniyoruz. Bu taklacı ırkın yaşamakta olduğumuz coğrafyaya yayıldığını, Arapların taklacı ırka sahip çıktıkları ve taklacı Mardin güvercin ırkı ile kırdırılmış olabileceği söylencesi yaygın olmasına rağmen bu güne kadar kesin bir tanımlama yapılamamıştır. Lakin taklacı Mardin güvercinin çıkış noktasında sitemiz konuyu enine boyuna araştırmaktadır. İleride bulunabilecek bulgu ve belgeler güvercin sever toplumu ile paylaşılacaktır.
     
    GÜVERCİNLERİN TARİHÇESİ – ( 6 )
    Diğer toplumlarda olduğu gibi, Mardin toplumu da  güvercin yetiştiricilerine iyi gözle bakmadığını biliyoruz. Büyüklerimizin bu düşüncesinde yatan temel kaygı; güvercin yetiştiricileri daha çok başıboş olacakları ve zamanlarının büyük bir bölümünü güvercinlerle geçirecekleri, bu durumda işlerini evlerini ailelerini hatta dostlarını ihmal edecekleri yönündedir. Bu düşünce bireyin erginlik yaşından sonra, yavaş yavaş gündemine oturmaya başlayan, evlenme ilişkisine de yansımaktadır. Yaşamını bu manada yönlendirmek isteyen söz konusu bireylerin, güvercin yetiştiricileri olma sebebi ile ailelerin kızlarını vermekte tereddüt yaşadıklarını her Mardinli bilir. Bu düşünceye devamla Müslüman bir toplumda güvercin beslemenin o aile için(kaloo) uğursuzluk getirdiğini söylemeye çalışmak, hem bizleri şaşırtıyor hem de Müslümanların inançları açısından büyük bir tezat oluşturuyor. Çünkü güvercinin bir önceki yazılarımızda anlatmaya çalıştığımız gibi her inanışta güvercinin önemli bir yeri ve sayfası olmuştur. Müslümanlığın gelişme aşamasında Hz. Muhammed’in ve Hz Ebubekir’in Mekke’den yürüyerek uzaklaşmaya başlamaları ve  bir saatlik yoldan sonra Tor dağında bulunan mağaraya saklanmaları, Hz Ebubekirin biraz tedirgin olmasına yol açmıştı. Bunu hisseden Hz Muhammed “Allahın yanlarında olduğunu” kendisine söyler. Kendilerini aramakta olan Ebu  Süfyenin paralı askerleri ise mağaranın önüne geldiklerinde, mağaranın ağzında bir akasya ağacı  ve bu ağaca yuva yapmış ve yumurtası üzerinde kuluçkaya yatan bir kumru ile örümcek ağıyla örülmüş mağaranın ağzını gördüklerinde, Hz Muhammed ve Hz Ebubekirin mağaranın içinde olamayacaklarını düşünerek  oradan ayrılırlar. Oysaki mağaranın içine girip bakmış  olsaydılar, Hz Muhammedi ve Hz Ebubekiri görecekleri gibi istenmeyen olaylarında önünü açmış olacaklardı. Lakin güvercin ve örümcek istenmeyen olayların önünü almış ve beraberinde Müslümanlığın gelişmesinde önemli bir kilometre taşı olmuştur. Onun içindir ki Kumru ve güvercin Müslümanlıkta barış simgesi olmaya devam etmiştir. Bizlerin ise hala uğursuzluk getirir şeklinde, yetişmekte olan genç nesilleri  güvercinden uzaklaştırmak için, hiçbir temeli olmayan safsata düşünceler ileri sürmenin manasız olduğu gibi, zaten günümüz koşullarında pekte tutulur bir yani kalmamıştır. Zira genç nesillerin eğitilmesi gelecek kuşaklara örnek olmaları  için güvercin uğursuzdur deme dışında söylenecek o kadar çağdaş yönelimler var ki ama konumuz olmadığı için olaya girmek istemiyorum. Bunu bu kadarla bağlayarak, yinede varsa yoksa taklacı Mardin güvercinleri demek istiyorum.
    Önceleri taklacı Mardin güvercini beslemek bugünkü kadar yaygın değildi. O zamanlar yaklaşık olarak Mardin’de bulunan 15’şin üzerinde  Aile taklacı Mardin güvercini beslerdi. Mardin’de bu Ailelere Beyt Mungan, Beyt Ensari, Beyt Basmacı, Beyt Kosalli, Beyt Köle, Beyt Milli, Beyt Göze, Beyt Özberk, Beyt Bayraktar, Beyt Gosso, Beyt Şahtana, Beyt Hamut, Beyt Mahoti, Beyt Kömürli, Beyt Çinli, Beyt Bilezikçi, Beyt Sincan ve Beyt Akgeyik denirdi. Burada beyt diye kullandığım sözcük Arapça olup dar manada “ev” geniş manada ise  “aile” anlamında kullanılmıştır. Ve bu ailelerin çoğu ekonomik ve sosyal olarak diğer ailelere nazaran daha ileri düzeyde olmaları sebebiyle yer yer bunlara Mardin’in ileri gelenleri yani eşrafları da  denilmektedir. Her ne kadar bu ailelerin günümüzde eskisi kadar etkinlikleri yoksa da, halen varlıklarını sürdürdüğü ve aynı adlarla anılmakta oldukları bilinmektedir. Yukarıda sayılan ailelerin hepsinde, mutlaka ve mutlaka güvercin yetiştiricisi olan bireyleri devamlı olmuştur. Lakin bu aileler zamanla besledikleri güvercinleri azaltmaya, hatta yer yer beslememeye başlamaları üzerine, taklacı Mardin güvercini bu anlamda kırılmamış, aksine toplumun tamamına yayılmış ve bu nadide güvercine bunca dez avantajı olmasına rağmen, Mardin güvercin yetiştiricisi sahip çakarak günümüze kadar gelmesini sağlamıştır. Yaygınlaşan bu güvercin sevdası, mevcut çelişkilere bir yenisini daha ekleyerek, komşuluk ilişkilerini zedeleyecek bir çelişkiyi daha, beraberinde getirmiş oluyordu. Mardin evlerini hepimiz biliriz, taştan yapılmış ve her ev bir diğerinin üstünde inşa edilmiştir. Yine merdiven misali bu evler bir birine bitişik dağın eteklerinden başlar ve dağın tepesinde biter. Bir evin diğer bir evin avlu içini görmemesi mümkün değildir. Böyle bir mimari yapıda bir üsteki evin alttaki evin avlu içini görmemesi diye bir şansıda yoktur. Dolayısıyla güvercin yetiştiricisi kendi güvercinini uçurması ile elbette ki dama çıkıp birkaç güvercin severle güvercininin performansını izleyecektir. Yoksa başka türlü güvercinden zevk alması ve o an için mutlu olabilmesi mümkün olmayacaktır. Taklacı Mardin güvercin yetiştiricisi  bir kaç güvercin severle birlikte, kendi damında bu zevki tadarken  alttaki evin mahremini ifşa ederek  o aile acısından gerçekten hoş olmayan bir durumda yaratmış oluyor. Dolayısıyla altta oturan aile, bu sefer sana farklı bir gözle bakmaya, hatta zaman zaman komşuluk ilişkilerin zedelenmesine kadar, gidebilen tatsızlıklarında yaşanması kaçınılmaz oluyor.
    Mardin’de evlerin biri diğerinin üstünde kurulduğunu, merdiven misali uzunca bir basamak gibi, yan yana ve üst üste dizildiğini söylemeye çalıştık. Ancak ilçelerin çoğu düzlük arazide kurulduğu ve günümüz gibi apartmanların oluşmadığı zamanlarda, ilçelerin durumu Mardin merkezden pek farklı değildir. Bu ilçelerde evler tek katlı ve bitişik olduğundan, güvercin yetiştiricisi yine komşusunun avlusunu olduğu gibi  görebilmektedir. Üstelik bölgemizde yaz aylarında hemen hemen bütün aileler damda kurdukları tahtta yatıyor olması bile, güvercin yetiştiricisi acısından başlı başına bir sorundur. Nede olsa mahrem ve namus diye önemli bir kavram vardır. Güvercin severlerin böyle durumlarda hoş olmayan görüntülerle karşı karşıya geldiklerini hepimiz biliriz. Damdaki güvercin yetiştiricisi avludaki kız veya kadın derken, olumsuz olayların yaşandığını her güvercin sever bilir. Bir güvercin yetiştiricisi için bu kadar olumsuzluk yetmiyormuş gibi bide komşu damına giden veya konan güvercini oradan uçurmak için ufakta olsa taş atmamız sonucunda, avludaki bayanın veya sokaktan geçen insanın kafasına veya evin camına gelmesi ise gerçekten bu duruma güler misin ağlalar mısın demekten insan kendini alamıyor. Bu olumsuz koşullara ek, güvercin yetiştiricisi sıkça başvurduğu abartılı (yalan) söylemleri, Osmanlı dönemindeki yasaları da etkilemiş olacağından, Osmanlı mahkemelerinde  tanıklık etmeleri kabul edilmemiştir. Ama bütün bu olumsuzluklara  rağmen, Mardinli güvercin yetiştiricisi taklacı Mardin güvercinlerini ne pahasına olursa olsun bırakmamıştır. Zaten güzel olanda bu güvercin kültürünü günümüze kadar yaşatabilmiş olmasıdır. Onun içindir ki Mardin “güvercin aleminin başkenti sayılma konusunda, Şanlıurfa ile ezeli rakiptir. güvercin aleminde bileşke alan kesiştiren, katan ve paylaştıran tek kent.”olabilmesi de bundandır. Sitemizde bu güne kadar taklacı Mardin güvercin noktasında  sevdasını yitirmeden emek vermiş ve vereceklerin önünde saygıyla eğiliyor.
    Bölgemizin somut koşullarında güvercin yetiştiricisi olmak gerçekten zordur. Çünkü hala güvercin yetiştiricisi, toplum tarafından yadırganan bir durum olarak algılanmaktadır. Toplum güvercin yetiştiricisine çok sıradan ve önemsiz bir işle uğraştığını algılıyor olmasından, güvercin yetiştiricisine önemsiz bir tavırla yaklaşmaktadır. Bu önemsiz düşünceyi kırmak toplumun tamamına düştüğü gibi yine en büyük görev güvercin yetiştiricisinin omuzlarındadır. Her ne kadar bu olumsuz algılamanın kökü, eski dönemlere kadar gidiyorsa da,bu olumsuz havayı yenmek artık günümüz koşullarında mümkün hale gelmiştir.Global dünyanın ulaştığı düzey ve küreselleşmenin çok hızlı bir şekilde,dünyamızı ayaklarımızın altına kadar getirebilmiş olması,çağdaş ve uygar yaklaşımların yaygınlaşması, toplumsal bilinçte ve güvercin sever dünyasında,olumlu bir havanın esmesine neden olmuştur.Bu gelişmelere paralel,bilgisayar dünyasındaki Internet ağı diğer toplum kesimlerinde olduğu gibi güvercin sever toplumunda da,serin havanın esmesine neden olup bu manada bir başlangıç noktası oluşturmuştur.Dünyada ve ülkemizde güvercin sitelerin gittikçe yaygınlaşması,yine dünyada ve ülkemizde güvercin yarışma ve festivallerin gelenekselleşmesi,bu serin havanın daha uzun yıllar gelişerek devam edeceğini bizlere göstermektedir.Bugün Türkiye’mizin içinde bulunduğu sosyo ekonomik durumu,dünya sosyo ekonomik ölçeği içinde,gelişmekte olan ülkeler kategorisinde her ne kadar yer alıyorsa da,Mardin bölgemizin sözü edilen ülke ölçeğine uygun bir paralellik arz ettiğini söyleyebilmek zordur.Ama Mardin bölgesi ülkemizin batısına göre çok daha geri bir sosyo ekonomik yapıya sahip olmasına rağmen,güvercin severleri her ne kadar bu durum zorluyorsa da yine dünya geneline paralel Mardin güvercin sever toplumunda, olumlu gelişmeler kaydedilmektedir.En önemlisi güvercin sevdasında bu güne kadar mücadele eden,Mardinli güvercin yetiştiricisi,kendini yenileyerek sorguluyor olması bizce tarihi değerdedir.Sitemiz bu durumu adına layık bir güvercin dünyası için,atılmış önemli ve bilinçli bir adım olarak değerlendirmekte ve Mardin bölgemizin güvercin yetiştiricisi kendini sorguluyor olmasına ek Mardin’e özgü kurulmuş ve kurulmakta olan,güvercin siteleri ile gelenekselleşmeye giden güvercin festivalleri küçükte olsa bu sevdanın tetikleyicisi ve yol alıcı etkenleri olmaya devam edecektir.Sitemiz bu olumlu gelişmeleri kayda değer bulduğunu ve bu gelişmelere katkı sunabilmek için bir caba içinde olduğunu,bütün güvercin severlerin bilmesini isteriz.Devam edecek…
     
    Yazar Adı: REFİK AKAY 
    Yazar İletişim: refik@refikguvercin.com
     
     
     
    Bazı Kuşçu Tipleri
     
    “BENCİ” tip
    Kendisiyle övünür ve başkaları tarafında da övünülmek ister. Ona göre, bu konuda her şeyi kendi bilir. Bu hususta, mutlaka kendince övünülecek bir şeyler bulur. Bilgisiyle iftihar eder.” Kaç bilimsel makale ve kitap okuduğu “ kendisine sorulduğunda, hafif bir mahcubiyetle “…ben daha çok pratikciyim. 20-25 senedir bu işin içindeyim..” diyerek, övünmek için bu defa kuşculukta geçirdiği uzun yılları ileri sürer. Yani onun bu konuda, her zaman gururlanacağı bir şeyleri vardır. Kendisi, yanlışlarının düzeltilmesinden ve bilgilendirilmesinden hoşlanmaz.  Kurduğu ve hakimiyeti altında olan kuşçuluk dünyasının, tek hakimi olmak ister. Kuşçulukla ilgili doğru olan ve kendisine anlatılan şeylerden rahatsız olur. Bu sırada başka tarafa bakar, ilgisiz görünmeye çalışır. Belki de yaptığı yanlışlıklar, onu bu sırada rahatsız etmektedir!. Bunların, kendilerini geliştirmek için çabaları yoktur. Öldürdükleri canlılar için pek üzüntü duymazlar. Gider yenisini alırlar. Kendi aralarında birbirlerine hava atmaları görülecek şeydir!.
    Çare: Başarılı olmak için, geçirilen yıllardan daha çok okumanın ve araştırmanın önemli olduğu, kendisine anlatılmaya çalışılmalıdır. Gerekirse bu konuda “ toplu kuşçuluk terapileri “ yapılmalı, hatta sarsıcı şok tedavileri uygulanmalıdır. Bütün bu çabalara rağmen, çoğu zaman olumlu sonuç alınamaz ve kişi gaflet ve dalalet saplantısından kurtulamaz. Bunların sayıları tahmin edilenden çok fazladır. Tedavisi çok zor ağır vakıa’lardır. Son olarak, Yüce Yaradan’a havale edilmelerinden başka çare yoktur.
     
    “MEGOLAMAN” tip
    Kendisini ve elindeki kuşları en üstün gören, diğerlerinin tamamında hatalar arayan, yetiştiricinin emeğini hiçe sayarak kuştaki hataları dile getirmekten asla çekinmeyen tiptir.  Beslediği ve yetiştirdiği kuşların o cinsin en iyisi olduklarına kendisini inandırmıştır. Başka bir olguyu kabil ettiremezsiniz. Elindeki kuşlar hayal dünyasında mükemmel oldukları için onlar uçurulamayacak kadar değerlidir. Bu nedenle daha çok yerde beslemeyi severler. Şayet kuşlarından birilerine verip uçurtturmuşsa ve kuş bir şey oynamamışsa mutlak hata uçuran kuşçudadır. Şayet gaflet içine düşmüş ve kendisi uçurmaya kalkmışsa ve kuş oynamamışsa, kuşun yapmadığını kendi başarısızlığı olarak değerlendirir ve kahrolur. Dışa karşı farklı görünmeye çalışsalar da iç dünyalarında tam bir yıkıntı yaşarlar. Buna paralel olarak ta kuşun sergilediği iyi performansı da sadece kendine mal eder. Aslında iyi olan kuş değil, kendisidir.
    Çare: Kur’an insanı öyle bir noktaya koyar ki, hayvansal yönüyle en adi varlık iken, Ruhani olarak Allah’ın nefesidir.  Yani insanoğlu zıtlıklar üzerine kurulmuştur. Bu nedenledir ki  Mevlana ne olursan ol, yinede gel diye seslenir insanoğluna.  Burada böyle tiplere bu olguyu vermeye çalışmamız gereklidir.  Bizim beğenmediğimiz bir şey, aslında başkasının çok beğendiği bir şey olabilir. İnsanın, canlının sadece görünen güzel yüzünü değil, ruhsal bütünlüğü ile değerlendirilmesi gerektiğini dile getirmeli ve açıklamalıyız. Buna tahammül edebilirsek, insanı anlayabiliriz.  Ki çoğu zaman bunları anlatma, dile getirme,  bu çaba boşa gidecektir. Yine Yüce Yaradan’a havale etmekten başka bize çıkar yol kalmayacaktır.
     
    “SATICI” tip 
    Bunlar için kuşun iyi ya da kötü olmasından ziyade, kuşun ederi çok daha önemlidir. Bu tipleri sadece Pazaryerlerinde, kendi kuşlarına benzerlerini ucuz yollu alırken yakalayabilirsiniz. Amacı pazardan aldıklarını da, yüksek ederlere satma gayretidir.  Genellikle zamanlarının tamamını kuşlarıyla geçirirler. Bunu bir geçim kaynağı olarak düşünür ancak yanılırlar. Kimse kuştan büyük paralar kazanamamıştır. Hayat felsefeleri, kendi kuşlarının vasıflarını başkalarına göstererek reklam yapmaktan ziyade, popülasyondaki isimli kuş ve kuşçuların kuşlarını karalayarak kendilerininkini ön planda tutmalarıdır. İnce hesap ve sıkı pazarlık yapmayı severler. Onlara göre, kümeslerindeki kuşlar ticarethanelerindeki bir maldır. Onlara baktıklarında yerde gezinen çil-çil dolarlar olarak görürler. Kuşlarının ölmesine, satamadıkları, zarar ettikleri için üzülürler. Davranışları tıpa tıp benci tip ile aynıdır. Kimse bu tiplere başka kuşlarla ilgili konuşturamaz. Bu nedenledir ki, kendilerinden ve yanlarındaki şakşakçılardan başka dostları yok gibidir.
    Çare: Megolomandırlar, kimse bu tiplere gerçek iyi kuşu kabul ettiremez. Onlara göre ülkenin hatta dünyanın en iyi kuşları kendisindekilerdir. İlginçtir, kuşlarını satmak için söyledikleri yalanlara çoğu zaman kendileri de inanırlar. Bu nedenle başka yerlerde izlediğiniz iyi kuşları bu tiplere anlatarak zaman kaybetmeyin. Bu tiplere söylenebilecek en güzel söz, başkalarının yüksek rakamlara sattığı kuşları anlatmaktır ki çatlasınlar.
     
    “DOYUMSUZ VE YAYILMACI” tip
    Bu tip bazen aynı zamanda yukarıdaki özellikleri de taşıyabilir. Bunlar da çok yaygındır. Bir kümes, birkaç kuşla başladığı kuşçuluk tutkusuna, süratle yeni ilaveler yapmak ister. Bu amaçla kümes ve kuş sayısını devamlı arttırır. Bahçesini doldursa doymaz. Devamlı yayılma arzusu içindedir. Bahçesinden balkonundan çıkarak, arkadaşlarının kümeslerini de işgal etmek ister. Arkadaşlarının kümeslerinde dahi bir hegomanya kurma çabası içerisindedirler. Bu yüzden, bu mekan sahipleriyle -özellikle de evin gerçek hükümdarı ile- başları devamlı derttedir. Yayılmacılığına bazen sinsi, bazen cüretkar, bazen de yalvarmalar katarak, amacına ulaşmaya çalışır. Sanıldığından daha tehlikeli bir tiptir.
    Çare: Kuş oynatmanın çok zor olduğunu bildiklerinden, bunu az kuş ile başaramayacakları doğrultusunda yanlış bir kanıya sahiptirler. Başarı şansı az olmakla birlikte, önce kendisine en fazla 2 adet 1x1x2 metre ebadında 2 adet iki kümes ile 5 çift damızlığın yeterli olduğu, fazlasına gerek olmadığı güzel bir şekilde anlatılmaya çalışılmalıdır. Bunda başarılı olunamaz ise (ki çoğu zaman böyle olacaktır), hiç acımadan ve tereddüt edilmeden en çok korktuğu kişiye, yani evin gerçek hükümdarı dolduruşa getirilmelidir.  İç işleri bakanının,  koruma ve kollama görevi içinde yapacağı bir seri uygulamalar olumlu sonuç verecektir. Gösterilecek bu yakın ve samimi ilgi sayesinde kurtulma şansları yüksektir. Bu tiplere işin başında müdahale edilmeli, kesinlikle bulunduğu mekandan çıkmasına meydan verilmemelidir. Bu kümeskonducular ile yapılacak olan mücadele, gecekonducularınkinden daha zordur.
     
    “ZAMAN ÇALICI” tip
    Bu özellik, hemen hemen bütün kuşçularda bulunan ortak bir özelliktir. Bunlar, diğer aile fertlerine ayırmaları gereken zamandan çoğu kez çalarak, bunu hobi, kuş uçurma zamanlarına katmak isterler. Bu nedenle, çaldıkları zamanın sahiplerince devamlı eleştirilirler. Bu yüzden tedirgindirler. Bunu telafi etmek için istirahatlerinden fedakarlık yaparlar. Bu da onları çok yorar. Açıkça söylemek gerekirse, bu hobicilerin en haksız oldukları durumlardan biridir. Onlar, bu işe ayırdıkları zamanı çoğu zaman fark etmezler, adeta kendilerini unuturlar.
    Çare: Kuşçunun kuşlara ayırması gereken zaman önceden ailece belirlenmeli, ancak hobicinin bu kuşları ile meditasyon saatlerine de ailece saygı gösterilmelidir. Kuşçu da olağanüstü bazı durumlar hariç kendine tahsis edilen zamanın dışında kuş ile ilgilenmemelidir.  Aksi halde ailenin diğer fertlerince yapılacak toplu gösteriler legal bir hak haline gelecektir. Kısaca, aile fertlerine ayrılması gereken zamanla, bu hobi için harcanan zaman, denge içinde tutulmalıdır. Bu çok önemli bir husustur.
     
    “PARA MAZOŞİST” tipler
    Bunlar paralarını harcamaktan marazi bir zevk duyarlar! Ne kadar çok para harcarlarsa, ne kadar pahalıya kuş satın alırsa,  o kadar rahatlarlar ve yine o kadar iyi bir kuşçu olacaklarını sanırlar. Aslında çoğu zaman sağlıklı bir kümesleri de da yoktur. Durmadan kümeslerinin iç dizaynını değiştirir ve yeni denemeler yaparlar. Kümesteki kuşlarına bir soluk alma fırsatı vermezler. Aldıkları kuşlardan daha iyisini daha hesaplı alabileceğini dile getirseniz de aldırmaz, ucuz etin yahnisinin olmayacağı misali, iyi kuşun ucuza alınamayacağını düşünürler. Adeta bir saplantı halinde gider, kafalarına taktıkları kuşu ne pahasına olursa olsun alırlar. Sanki kendi paralarına bir kasıtları vardır. Ne söyleseniz, onları ikna edemezsiniz! Genellikle de aldıkları kuşlardan bekledikleri verimi alamazlar ve şikayet edip dururlar. Bunlar bilgiden ziyade, paraları ile kuşçuluk sanatını yürütmek isterler.  Bunlar beni şimdiye kadar en çok üzen ve yoran tiplerdir. Örnek vermek gerekirse; İyi kuşun tarifini, iyi kuşçunun ve kuşun adresini istemelerine, izleyerek alacaklarını beyan etmelerine rağmen,  onlar hala isimli Kuşçunun, isimli kuşunun kendilerince münakaşasını yapar, sonra da gider onu alırlar.  Eğer varsa geçen emeklerimi de, helal etmemeyi bazen düşündüğüm bu gurubun arkasından çoğu kez, siz kolay akıllanmazsınız, keşke şu söylediklerimi size para ile satsaydım. Bakın o zaman nasıl ilgilenirdiniz dediğim çok olmuştur!
    Çare: Bunlarla ilgili bir çare, maalesef tarafımdan bilinmemektedir.  Bunlar için yapılabilecek, söylenebilecek tek söz vardır. Allah ıslah etsin!
     
    “LİSTECİ” tipler
    Bunlar daha çok kuş dükkanlarında ya da ihalelerde rastlayabileceğiniz tiplerdir. Bunlar dükkana, ihaleye ciddi bir tavırla girer, çok konuşmadan kümesindeki kuşların tip ve renklerine uygun kuşları eş etmek amacıyla alır ve çıkarlar. Yine bu tipler, kuşları rahatsızlandığında bir veteriner eczanesine girip,  cebinden bir kağıt parçası çıkartıp, gelmeden önce bir dostunun hazırladığı listeden (çoğu lüzumsuz ve yanlış) ilaçları, şu var mı, bu var mı? diye okumaya başlar! İlaç ve vitaminleri yığdırır. Çok da pazarlık etmeden parasını öder ve aynı ciddiyetle dükkandan çıkar. Yanlarında çoğu kez, bu malzemeleri taşıyacak birileri vardır. Bunların tavırları biraz da Kurtlar Vadisi’indeki yaman erkek tiplerini çağrıştırır. Aldıkları ilaçları nasıl kullandıkları pek bilinmez.
    Çare: Buna gerek yoktur. Biraz temkinli durularak gitmelerinin beklenmesi gerekir. Eğer dükkan sahibi iseniz, kaybolmalarını bekledikten sonra arkalarından Oh! Çekerek bir bardak çay içmenin çok büyük bir zevki olduğu görülecektir.
     
    “PROBLEMCİ” tipler
    Bunlara da çoğu zaman bir kuşçu dükkanında, dernekte rastlayabilirsiniz. Bunlar genellikle astenik yapıda, tedirgin, mızmız, gergin tiplerdir. Aldıkları kuşu herhangi bir sebeple, devamlı geri götürmek, değiştirmek isteği içindedirler. Onlara göre, başarısızlıklarının temelinde adeta aldıkları kuşları ona önerenlerin ya da satanların sahtekarlığı yatmaktadır. Bunun için devamlı kuş alır, değiştirir, bu amaçla gerekirse münakaşa, hatta kavga ederler. Kümeslerindeki en eski kuşları azami 1 yıllık dahi değildir.  Satıcıların kabusudurlar.
    Çare: Çareyi biz değil, kuşu aldığı dükkan sahibi ya da ihale sahibi düşünecektir. Satıcı eğer güçlü kuvvetli eski bir güreşçi veya bir boksör ise sorunu çözmede başarı şansı vardır. Ancak tersi bir durum da söz konusu olabilir. Her halükarda, sorunun çözümünün karakol veya adliyede bitme ihtimali yüksektir.
     
    “GÖSTERİŞÇİ” tipler
    Bunların kümesleri genellikle kolay ziyaret edilebilir konumdadır. Kuşçulukla ilgili olarak bilgilenme gibi bir sorunları yoktur. Çünkü böyle bir şeye ihtiyaç duymazlar. Ölenin, kaybolanın yerine yenisi hemen telafi edilir. Paralıdırlar. Kümeslerini de daha çok gösteriş için kurmuşlardır.  Kuşları ölmese, kaçmasa dahi sık-sık popüler kuşçuların kuşlarıyla değiştirmek isterler.  Kümese son giren kuşlar onun için en iyileridir ve ilk gelenler, çoktan gözden düşmüştür bile. Başları yukarıda, mağrur ve edalıdırlar.
    Çare: Bunlarla uğraşmak çok zaman alır. Esasen buna gerekte yoktur. En önem verdikleri, yani pazarlık safhasında onları şu veya bu şekilde kazıklamak en iyi ve en sevimli çaredir.
     
    “GİZLİCİ” tip
    Bunlar, ihtiyaç duyduğunu (ki birçoğu gereksiz kuşlardır) hissettiği kuşları, eve çoğu kez karşılaşacağı tepkilerden kurtulmak için gizlice taşır ve onları saklar. Getirdiklerinden bir şey çıkmadığını, çıkamayacağını zaman içinde anladığında ise, bu defa aynı yöntem ile, gizlice elinden çıkarır. Suçüstü yakalandıklarında, aldıkları kuşların fiyatlarını gerçeğinden daha az söylerler. Kutunun içindekilerin fiyat araştırmaları titizlikle yapılmalı, gerekirse şahitlere müracaat edilmelidir. Şahitlerin sözlerine müracaat edilmez ise, beyan edilen tutarlar en az 2 veya 3 ile çarpılarak bir sonuca varılmalıdır. Bazı gizlici tiplerde vardır ki, kimse ne beslediğini bilmez. Çoğu sağdan soldan gelme, birçok kuş ile kümeslerini doldururlar. Bu kuşlar ile ilgili bilgi almaya çalışmak, deveye hendek atlatmaktan çok daha zordur.
    Çare: Bu tiplerin eve getirdiği her kutu, özellikle de akşam götürdükleri büyük titizlikle incelenmelidir. Bu arada zaman-zaman yapılacak ani baskınlarla kümesindeki yeni kuşların sürekli araştırılması, arabasının bagaj kısmının kontrol edilmesi de çok faydalı olacaktır. Zira her kuşçunun arabasının bagajında mutlak suretle bir kutu bulunmaktadır. Böylelikle bu tipler üzerinde yakalanma fobisi oluşturmaya çalışarak, bu davranışından vazgeçirmeye çalışmak gereklidir.
     
    “KENDİNİ AŞMAYA ÇALIŞAN” tipler
    Bunlar bilimselliğe önem verirler. Okuma, araştırma ve kendini geliştirme çabası içindedirler. Bilgiye ulaşmak için tüm kaynakları araştırır, dinledikleri tecrübelilerin deneyimleri ile edindikleri bilgileri harmanlayarak, hakimi oldukları kümesin ve kuşların refahı, yaşam ihtiyaçları için her şeyi yapmak için çaba sarf ederler.  Tabiatın işleyiş mükemmelliğini bildiklerinden tabiata saygılıdırlar ve onu taklit etmeye çalışırlar. Yaşadıkları evreni sadece bakarak değil, düşünerek de görmeye çalışırlar. Ölen canlılar, kuşları onları üzer.  Elindeki kuşların oyun performanslarını arttırabilmek için bir antrenör kadar disiplinli çalışır, kuşlarını da birer sporcu gibi eğitir. Kuşlarında istediği performansı bulamadığında, yakalayamadığında ise “Nerede hata yapıyorum” diye önce kendisini sorgular. İşte bu kuşçu tipi,  Populasyon içinde en faydalı olanıdır. Kuşçuluk hobisi, bunların yüzü suyu hürmetine ayakta kalıyor dense yeridir.
    Çare: Bunların sayıları arttırılmaya çalışılmalıdır. Kuşçuluk camiamızda bu güne kadar bıraktığımız imaj, bu tip kuşçuların varlığı ile yok olabilecektir. Aynı zamanda bu tiplerin sayılarının çoğalması geleceğe yaşanabilir bir dünya bırakmanın dahi garantilerinden biri olacaktır.
    Bir Kuşçu çoğu zaman yukarıdaki özelliklere sahip, bu sorunları yaşayan ancak asla vazgeçmeyen, çoğu zaman da etrafındakilerce kuş delisi olarak tanımlanan, belki günlük yaşantısında karşılaştığı sorunların çözümünde biraz zorlanan, belki biraz yalnızlık çeken, belki de tabiatın kendisine yaptığı gel çağrısını en iyi şekilde benliğinde hisseden, hassas, ama kesinlikle tabiata saygılı ve ona faydalı, biraz kendi dünyasında, belki biraz da zavallı, sosyal toplum içinde hiçte yabana atılmayacak birikimleri ve özellikleri olan kendi çapında iyi bir insandır.
    Değerli Kuşçu Arkadaşlarım. Yukarıda mizahi şekilde anlatmaya çalıştığım tiplemeler,  kuşçulukla yoğun olarak ilgilendiğim süreç içinde tanıma fırsatı bulduğum kuşçulardan esinlenerek kaleme almaya çalıştığım tiplemelerdir. Belki Tanıdığım kişilerden esinlenerek hazırlamış olduğum tiplemeleri biraz muzır duygularla dile getirmek bana pek yakışmasa da, bunları kaleme alma gerekçem şu idi.  Her birimiz yukarıdaki tiplemeleri okuduğunda kendinden bir şeyler mutlaka bulacaktır.  Amacım maalesef ne şekilde bir kuşçu olduğumuzu gözler önüne sererek, ne şekilde olmamız gerektiğine dair bir yönlendirme yapmaktı. Bu satırları okuyan bir kişi dahi kendine “Acaba?” sorusunu sorabilmişse, bu yazı amacına ulaşmış demektir.
     
    S a y g ı l a r ı m l a…
    Mesut GÖKMEN
     
     
     
    KANATLARIN ESARETİ
    Çocukluğumdan beri, birçok kez istemiş olmama rağmen yollarımızın bir türlü kesişemediği,  hayatımın bir parçası olan, özgürlük savaşçısı, uçan ve taklalar atan bir güvercin görsem, onlarla uçtuğum, onlarla büyüdüğüm zamanları özlüyorum. Çocukluğumda defalarca bulutlarda beraber uçtuğumuz, bazen damlarda arkadaşlık ettiğimiz, bazen de deli rüzgarlarda savrulduğumuz güvercinlerle buluşmak için öncelerde İnönü Stadının bitişiğinde bulunan,  günümüzde Ulus Bentderesi mevkiinde kurulduğunu duyduğum kuş pazarına gitmek için bir gün hazırlandım.
     
    Kuş pazarını zar zor bulduktan sonra, içeri girmek için davranıyorum, ama girişin bir ücret karşılığı olduğunu öğrenince de çok şaşırıyorum. Kuş pazarının bu kadar küçük bir alana sığdırılmış olması beni üzüyor. İçerisi çok kalabalık gürültülü ve sıcak. Özgür arkadaşlarımın da bu konudan rahatsız olduklarını anlamam çok uzun sürmüyor. Gözlerindeki o korku ve stresi anlamamak mümkün değil. İlk önce uzaktan izlediğim ve yaklaştıkça güzellikleri artan güvercinlerini görünce, kendimi tutamıyor ve bir satıcının yanına yaklaşıyorum. Merhabalaştıktan sonra, cinslerinin ne olduğunu sormaktan kendimi alamıyorum. Satıcı “Şebap” diyor ve anlatmaya başlıyor “Bu kuşlar şeffaf, masa kuşu, bunun güzelliği burada, bunu alacaksın işleyeceksin, bunun bir alternatifi yoktur. Buna takla atıyor mu diye kimse sormaz. Bunun gözüyle, burnuyla oynanmamalı, rengiyle de hiç oynanmaması gerekir, kürenk kuşun bulunması çok zor…”
     
    Satıcının anlattıkları içinde dikkatimi çeken bir kelime var MASA KUŞU. Meraklı gözlerle, birazda muziplik olsun dercesine, bu kuşların kaç saat uçtuklarını, nasıl takla attıklarını soruyorum. Cevap gecikmiyor: “bu kuşları uçurmayacaksın, bunların takla atanı da çıkar, atmayanı da. Bunlar masa kuşu. Bunların kanatlarını keseceksin ve yerde gezecekler”. İçim burkuluyor. Çocukken beraber uçtuğum, güzel arkadaşlıklara kanat açtığım güvercinler bunlar olmasa gerek diyorum kendi kendime. Ama içimdeki merak artarak sormaya devam ediyorum: “Neden kuşlar uçmasın ki?” Yine cevap gecikmiyor: “Uçan ve takla atan güvercinler üzerindeki tehditler gün geçtikçe bir çığ gibi büyüyor. Hırsızlık vakaları, şehir hayatından kaynaklı ve gün geçtikçe azalan uçurum yerleri, sayıları gitgide artan ve şehir hayatına adapte olabilen yırtıcı kuşlar…”
     
    Satıcının bana söylediklerini işittikçe ruhumun daraldığını ve bir daha uçamayacağım korkusunun içime doğduğunu hissediyorum. Satıcının yanından biraz uzaklaştıktan sonra, kendi kendime düşünmeye başlıyorum. Oysaki yüzyıllardan beri uçmaya ve uçurmaya meraklı insanoğlunun, uçabilen bir yaratığı neden tutsak etmek istediğini anlayamıyorum ve aklıma bir Türk bilgini olan Hazarfen Ahmet Çelebi geliyor. Özellikle hava akımlarını ve kuşların uçuşunu inceleyerek, yine bir Türk bilgini olan İmam Cevherinin çalışmalarını geliştiren ve büyük riskleri alarak Galata köprüsünden kendini aşağıya bırakan ve uçarak Üsküdar semtinde Doğancılar Meydanına inen o muhteşem Türk’ü de hatırlıyorum birden. Bilgilerimi biraz daha sınadıkça, Sarayburnunda Hazarfen Ahmet Çelebi’yi izleyen ve deneyin başarıyla sonuçlandığını gören IV Murat’ın onunla ilk önce yakından ilgilendiğini, hatta Evliya Çelebi’ye göre bir kese altınla sevindirdikten sonra “Bu adem pek havf edilecek bir ademdir, her ne murad ederse elinden gelür, böyle kimselerin bakaası caiz değildir” diyerek bu derece bilgili ve zeki birisini Cezayir’e sürgün etmesi ve Hazarfen Ahmet Çelebinin o sürgünde ölmesi, hala tarihten toplum olarak bir ders almadığımızı düşündürüyor.
     
    Satıcının birer-birer sıraladığı diğer tehditleri de öğrendikten sonra, “Bu uçma özgürlükleri elinden alınmış masa kuşları taklacı oyun kuşlarını daha mı az tehdit ediyorlar?” diye kendime soruyorum. Aslında beni şüphelendiren bir durumda, bu güvercin satıcısının verdiği pratik ve kıvrak cevaplar. Kafama takılan ve ticari bir rant elde etmek isteyen bir kişi kimliğine bürünerek yaklaşıyorum satıcının yanına ve “Kusura bakma bir iki soru daha sormak istiyorum.” diyorum satıcıya. O da “peki” dercesine kafasını sallıyor. “Ben ticaret erbabıyım, peki bu kuşlardan bir çift senden alsam, gelecek seneye iyi bir paraya bunları satabilirmiyim?” diye soruyorum. “Tabiki bu kuşlar her zaman değerlidir” diye cevap veriyor bana. Devam ediyorum sorularıma biraz daha aydınlanmak ve satıcıyı denemek için; “Ama ben bir duyum aldım,her sene bu kuşların modası değiştirilirmiş ve gelecek sene çift tepe beyazlar moda olacakmış. O zaman bu kuşların değeri düşmez mi?”
     
    “Hayır. Olur mu?” diye terslercesine cevap veren, lafı değiştirmeye çalışan satıcı bana güven vermiyor, yanından bazı soruların cevabını almış olarak ayrılıyorum. Aslında istediğim cevapları almış olmamla beraber bu cevapların doğruluğunu teyit etmek istercesine iki taklacı güvercin satıcısının yanına daha yaklaşıyorum ve merhabalaştıktan sonra muhabbete başlıyoruz. Lakabının Tatar Ramazan olduğunu öğrendiğim satıcıya soruyorum; “Şebap güvercinler hakkında ne düşünüyorsun?” Şeytani bir gülücüğün ardından “ Bu kuşların kaşını, gözünü, paçasını seviyor ve besliyorsan eyvallah, şayet çoğaltıp para kazanayım gibi bir düşüncen varsa şunu kulağına küpe yap.    Birileri bu kuşları, siz para kazanasınız diye tespit etmiyor ve revaçta tutmuyor. Bu senenin modasını, seneye para ettiremezsin” diyor ve ekliyor “Aslında biliyor musun bu rantın peşinde olanların tamamına yakını, birer taklacı oyun kuşu meraklısı”
     
    Yıllar önce bir dost meclisinde, sohbetlerine kulak misafiri olduğum, Taklacı oyun kuşları yetiştiriciliğinin duayenleri olmuş, herkesçe çok sevilen, isimleri her zaman rahmetle anılan Tenekeci Saim ustanın, Elektrikçi Şeref ağabeyin ve Kulüpçü Avni dayının bir fikir teatisi  aklıma geliyor. Usta “Bir gün gelecek bu kuşlar uçmamaya başlayacak, insanlar tavuk gibi kuşları yerde besleyecekler. Bu kuşları uçurma meşakkatini gösteremeyecekler, zorluklardan yılacaklar. Günden güne bilinçsiz yetiştiriciler; renk, paça, kaş, göz uğruna bu Türk kültürünün nadide parçalarını renk uğruna farklı ırk güvercinlerle kırarak oyun performanslarını kaybettirecekler.” diyor. Şerefattin Karasu “Kuş havada balık tavada, kuşçunun iyisi kuşunu havada, kötüsü masada uçurur diye boşuna mı demiş olacak  büyüklerimiz. Uçmayan kuş masada güzel olsa ne olmasa ne. Yerdeki kuş ne kadar güzel olursa olsun, zaman içerisinde gözde eskir. Oysa iyi bir oyun kuşu gözde eskir mi,  unutulur mu?” diye ilave ediyor. Ardından Kulüpçü Avni dayı “ Yerdeki kuşa bakarak ne kadar zaman geçirebilirsiniz,  kaç bardak çay içebilirsiniz. Yerdeki kuşa bak-bak kanat aynı kanat, paça aynı paça. Oysa iyi oynayan bir kuş izlerken demlikler biter farkına bile varamazsınız. O kuşun yaptığı her hareket ayrı bir heyecan, attığı her takla bir yürek çırpıntısıdır. Desenize yeni nesil eşinin dostunun kuşlarını uçururken göremeyecek, altında bir bardak çay içip sohbetler yapamayacak. Desenize, artık birbirlerine kuşlarını kutu içerisinde kahvehanelerde gösterecekler !”
     
    Ustalarımızın söyledikleri aklıma gelince ürperiyorum ve birden aklıma Tevrat’ta yer alan Tufan Efsanesindeki gemiden salınan kuşun bir güvercin olduğu geliyor. Altı veya yedi yaşlarında bir Taklacı Oyun güvercini satıcısının yanına yaklaşıyorum ve iki tane beyaz güvercin aldıktan sonra, dışarıya çıkıyorum. On metre kadar ilerledikten sonra, çocukken beraber uçtuğum güvercinlerle rüzgarda savrulmak için onları gök yüzüne doğru fırlatıyorum. Aşk ve Güzellik tanrıçası olarak bilinen ve sembolü Güvercin olan Aphorodite ile tekrar buluşmak umuduyla evime geri dönüyorum.
     
    Tufan ANADOLU
     
    MANYETORESEPTÖRLER 
    Hayvanların yön bulmada dünyanın manyetik alanını kullandıkları görüşü, ilk olarak Rus doğa bilimci Middendrof tarafından ortaya atılmıştır. Dünyanın manyetik alanı, çekirdekte ergimiş halde bulunan ve hareketli olan demirden kaynaklanır. Manyetik alan, yer kürenin içinden, okyanuslardan ve atmosferden geçip bir kutuptan diğerine ulaşan oval biçimli akış çizgileri olarak tanımlanır.
    Akış çizgileri, jaomanyetik ekvatorda yatay durumdayken kuzeye ve güneye gidildikçe daha dik açılarla kesişir hale gelir. Alanın şiddeti, manyetik kutuplara yaklaşıldıkça artar, ekvatorda ise daha zayıftır. Bu alan şiddetini ve eyim açısını saptayan bazı organizmalar, bu bilgiyi alan bulmada kullanırlar. İleri organizmalardan kuşlar, balinalar, bazı balıklar ve bunların dışında bazı mikro organizmalar bu manyetik alanı saptayabilen ve manyetoreseptör adı verilen alıcılara sahiptirler.
    1975’te Massachussettes Üniversitesi’nde yapılan bir mikrobiyoloji çalışmasında, bir çamur örneğindeki bir grup bakterinin sürekli toplu halde lamın kuzey ucuna doğru ilerlediği; ışığın etkisi yok edilince, mikroskobun yönü değiştirilince, yerleri değiştirilince bile bakterilerin bu hareketlerine devam ettikleri ancak lama bir mıknatıs yerleştirilip hareket ettirilince bakterilerin farklı yöne hareket ettiği, mıknatısın bir kutbundan kaçıp diğerine gittikleri görülmüştür. Bu deneyin sonucunda da bu bakterilerin manyetik alandan etkilendikleri yargısına varılmıştır. Daha sonra yapılan elektron mikrografisi çalışmalarında bu bakterilerde küçük bir yoğun madde zincirinin varlığı ortaya çıkarılıp bu maddenin manyetit yani mıknatıs taşı olduğu belirlenmiştir.
    Manyetoreseptörler, kuşlarda göç yollarının belirlenmesi gibi köpek balıklarında da besin bulmada kullanılır. Lorenzini ampülü denilen organlarda bulunan bu reseptürer, elektrik üreten balıkların etrafında oluşan elektromanyetik dalgalardan etkilenirler. Manyetit, Çamur bakterilerinin sitoplazmalarındaki dizilerden başka güvercinlerin kafa taslarıyla beyinleri arasındaki küçük siyah taneciklerde ve pelajik balinaların serebral kortekslerindeki belirli böldelerde de görülür. Bu ileri organizmalarda da manyetit, yerin manyetik alanından etkilenir ve ilişkili bulundukları sinir hücrelerinde impuls meydana getirirler. Bu impuls da merkeze iletilerek değerlendirilir ve hayvan, gerekli hareketi gerçekleştirir. Sinir impusunun meydana gelmesi, bir membran olayıdır. Membranın iç ve dış tarafındaki sıvı, iyonların türü, konsantrasyonları ve dolayısıyla elektrik yükü bakımından farklıdır. Dinlenme halindeki bir sinir hücresinde iç ve dış sıvılar arasında iç negatif olmak üzere 70-90 mili volt potansiyel fark vardir. Potansiyel fark, – ve + elektrik yüklerinin birbirini çekmesinden ve bir araya gelme eyilimlerinden kaynaklanır. Ancak bu yükleri taşıyan iyonların bir araya gelmek için hareket etmeleri (akım) ortamdaki yük taşıyabilecek parçacıklara bağlıdır. Hücre zarı yapısının çoğunluğunu oluşturan lipit moleküllerinin ise yük taşıma yetenekleri oldukça azdır. Sinir hücresinin iç kısmı, -;dış kısmı ise + yüklüdür. Dış kısım,Na+ ,iç kısmı ise K+ iyonunca zengindir.Sinir uyarılınca içerisi +;dışarısı -yük kazanır ve membran depolarize olur. Na+, dışarı, K+ iyonları içeri doğru hareket eder. İçerideki Na+ konsantrasyonu belirli bir düzeye ulaşınca giriş durur. Bundan önce K+ iyonları dışarı çıkmaya başlar. Böylece yeniden dinlenme potensiyeline geçilir. Ancak, iyonların yerleri normal değildir. İyonların normal yerine dönmesi de sodyum-potasyum pompa sistemiyle (aktif taşıma) Metabolik enerji kullanılarak gerçekleştirilir.
     
    HAYVANLARIN DENİZLERDEKİ GEZİNTİLERİ 
    Bu hayvanların uzun mesafelerde, alışık olunmayan su canlılarıyla birlikte gezinti kabiliyetleri gerçekten etkileyicidir. Hayvanların denizcilik kabiliyetleri, gizemli oluşlarındandır. Çünkü onların kullandıkları yön duyuları işaretlerini almamız sınırlıdır. Hissi işaretlerini almamız çok yavaş gelişiyor. Bu da bazı hayvanlarda görülen deniz gezintisi yönteminin duyu sisteminin farklılığındandır. Bazı duyu sistemlerinden, konaklama veya çeşitli gezintilerde faydalanılır. Diğer sistemlerin durumu, yeterine uygun olmadığından bir veya birkaç sitem birlikte üstün olur. Sistemlerdeki bu fark, araştırmacıların, taşmanın son derece güç olduğu, tek değişkenle meşgul olunan deneysel kontrolü yapar. Bu şimdilik aşikardır. Örneğin, aşamaları değiştirirken kuşlar kara parçalarını görülebilir belirgin işaretleri, sesleri, güneşi ve başlama pozisyonlarını (konaklama, gezintiyi), manyetik alanı kullanırlar.
     
    KADRAN
    Arılar, yiyecek kaynaklarının bulunduğu yerden kovanlarına kadar olan yolu izleyip bulmak için gökyüzünde polarize ışıktan ve güneşin pozisyonlarından yararlanırlar ve bu yöntemle biyolojik özellikleri olan sallanma dansıyla (waggle dance) eşleriyle haberleşirler. Belirli kuşlar, karadan yoksun uçsuz bucaksız okyanuslarda gezintiye çıkarlar. Gökyüzünde gece karanlığı belirdiğinde, bahçe ötücüleri gibi bazı tür gece kuşları, yıldız yolları münasebetiyle doğuya göç ederler. Geceleri ilerleme ve geliştirme için planlanmış biçimde kubbelerin çevresinde yeryüzü rotasını çizercesine hareket ederler. Kuşlar, tasarlanmış gökyüzü münasebetiyle kendi kendilerine doğru yöne yani doğuya ilerlerler. Sürekli olarak yeryüzü ekseni pozisyonu da dönüşümlü nöbet için karşılanmıştır. Tasarlanmış gökyüzünün pozisyonundaki keyfi değişimler, kuşların oryantasyonundaki haberleşme değişimlerini üretir. Bu görünen, sonra yeryüzünün selestial referanslarına bağlı rotasyonunu karşılama yerine, kuşlar, arılar ve diğer selestial geziciler, iç zamanları gönderir. Asgari anlaşılan, selestial işaretlerde zaman karşılama oryantasyonu mekanizması, genellikle kadran olarak adlandırılır. Eğe bir arı veya kuş gündüz-gece liste programları şafak ve akşam karanlığı ile saatlerce değiştirilmişse kendi iç kadranına yanlış zaman girecektir ve suni evrelerdeki gece-gündüz dönüsü değişimindeki sapma bedeli ile doğacaktır.
     
    JEOMANYETİK İŞARETLER
    Uzun zamandan beri bazı hayvanların göç ve gezinti için erin manyetik alanından faydalandıkları, onca yolun algılamasının bu şekilde güçlendirdikleri düşünülmektedir. Bilinen sınır taşlarından yoksu olan evcil güvercinler, güneşin görülmediği bulutlu günlerde yuvalarının yolunu bulabilirler. Normalde kısa bir uçuşta sonra doğru tarafa yönelirler. Bununla beraber küçük bir şey kafalarına yer etmişse ya da manyetik alanı algılayamayacakları şekile uzaklaştırılmışlarsa yanılabilirler. Lokal manyetik anomaller, demir tortuları yüzünden, salıverilen evcil güvercinlerin geri dönmemesine neden olur. Eurycea’lar, karmaşık karanlıkta evlerini yolunu bulabilirler ve onun manyetik alandaki güveni laboratuarda test edilmiştir. Verilen alandaki eğitimden sonra alanın değişik yerlerinden değişik pozisyonlarda test edilip oryantasyon için alandan faydalandığı görülmüştür. Bu durumun iki önemi vardır. Birincisi, Salamanderler ağır hareket ederler, manyetik alanı bulma kabiliyetleri, doğrudan keşif yapabilmeleri için ortaya çıkan, hayvanın içinde teşvik edilen elektrik akımını düzenlemek için dolaylı yanıttan ziyade alan içinde hızlı hareket etmesi sonucu isteni. İkincisi, Salamanderler, su içinde hareket ederler.,elektrik akımı manyetik alanın doğrudan işareti olmayabilen suyun hareketi ile düzenlenir.
    Bir hayvan manyetik alanı doğrudan keşfedebilir mi? Bu soruya şu anda kesin yanıt verilemez. Bunula beraber manyetitler, biyolojik orjinin biyolojik orjinin manyetik materyalleri, güvercinlerin kafatasları ile beyinleri arasındaki küçük siyah parçacıkta görülür. Yerin manyetik alanının kuvvet çizgileri ilişkilerinin yüzme tanıklığını veren balinalar,Cerebral cortex’te manyetit alanları içerir.ayrıca bilinmeyen sahil şeridi sularındaki balinaların karaya oturması faciası,yüzdüğü alandaki jeomanyetik karışıklık zamanıyla yüksek istatistiksel önemde görülür. Arılar ve çamur bakterileri de manyetit içerirler. Gerçi manyetitin hazır bulunuşu manyetik alan keşfi için duyu fonksiyonunun açıklığındandır. Manyetik sinyalleri sinir uyarımlarına dönüştüren gerçek reseptör hücreler, bu durumun kimliğini sağlayamamıştır. Arılar ve çamur bakterileri, yerin manyetik alanını algılama davranışları gösterirler. Kuzey enlemindeki çamur bakterileri, kuzeye döner. Oysa bunlar, oysa bunlar, güney yarı küreden güneye dönmezler. Bu fark, bakterinin manyetik farklılıkların oryantasyonundan kaynaklanır. Bu oryantasyon, onlara derin çamurda belli bir açı ile yüzme yeteneği verir. Eğer yapay manyetik alandaki su damlasına konulurlarsa su damlasının haberleşilebilir tarafına toplanırlar ve manyetik alan ortamdan kaldırıldıktan sonra ters tarafa yüzerler.
    Amerikan yılan balığı, jeomanyetizm üzerine kurulan denizcilik için deniz organizmalarında mevcut olan yöntemlerden bir başkasına örnektir. Bu türlerin larvaları, Sargosso denizindeki yumurtlanmış alanlardan Amerika’nın Atlantik sahillerine göç ederler. Bu iki nokta arasındaki uzaklık, yaklaşık 1000 kilometredir. Yerin manyetik alanını kullanabilecekleri iddiaları, yein düşük yoğunluğundan dolayı büyük bir olaydır. Bunula beraber, yılanbalıklarının sistemleri, hassasalıcılardır. Okyanus akıntısındaki deniz suyunun hareketleri, büyük bir jeneratör gibi görülür, kondüktör gibi su fonksiyonları için yer kürenin manyetik alanında hareket eder. Jeoelektrik alanlar, okyanus akıntılarıyla düzenlenir (Golf-Strim gibi). Bu da yaklaşık 0,5 m.V/cm şiddetine varır. Bu 20 kilo metreye düşen 1,0 volta eşittir. Elektrik akımı, balıkların sistemlerinde bulunan elektro reseptörler tarafından belirgin bir şekilde meydana getirilen küçük gradyantlardaki voltajdan üretilir. Klasikleşmiş durum yılan balıklarına elektrik alanındaki değişimlerin yanıtında kalp oranındaki yavaşlamayı öğretmede kullanılmıştır. Önce öğretilmiş, yılan balıkları 0,002 mikro volt/cm’den daha düşük direkt akım alanlarında değişm yanıtta, kalp atışlarının yavaşladığı gözlenmiştir. Çünkü okyanusta meydana gelen alanlar daha da büyütülmüş, iki veya üç düzenlemedir. Bu, jeoeoloktrik alanın yılan balığı üzerindeki etkiyi gösterir.
     
    TÜBİTAK BİLİM VE TEKNİK DERGİSİ 
    330. (MAYIS-1995) SAYISINDAN ALINTIDIR….
    Saygılar… 
    Hayrettin MERT
     
    Güvercinin Kısa Tarihi
    Binlerce yıl güvercin bir haberleşme aracı olarak kullanıldı. Firavunlar döneminde, gemilerden serbest bırakılan güvercinlerle taşınan bilgilerin konuşulduğu bilinmektedir. Yaklaşık olarak M.Ö. 2900 yıllarına denk düşmektedir. Akkad Kralı Sargon, M.Ö. 2350 yıllarında Mezopotamya’da da yaşarken, evcil posta güvercinlerine sahipti. Bir saldırı durumunda güvecinler salınırdı. (Aynı tarihlerde Anadolu’da da Hititler hüküm sürmektedir ve yönetimde I. Hattuşili bulunmaktadır.) Eski Yunanistan’da, Olimpiyat oyunlarında yaklaşık olarak M.Ö. 776 tarihinde, kazananlar, kentler arasında, evcil posta güvercinleri ile duyurulmaktaydı. Evcil güvercinler Roma İmparatorluğu döneminde de haberleşme amacı ile kullanılmışlardır. Onikinci yüzyılda, Cengiz Han döneminde, Posta güvercinleri ile Asya’dan Avrupa’ya kadar bir posta sistemi kurulmuştu. Son olarak I ve II. Dünya savaşlarında da güvercinlerden yararlanıldığı gibi, halen de kullanılmaktadır. 19. yüzyılda da Nevşehir ve civarında, tüf kayalıklara oyulmuş ve güvercin gübresinden yararlanmak amacına yönelik güvercin yuvaları bulunmaktadır.
    Kişisel bir yorum olarak, Bereketli Hilal olarak adlandırılan bölge, yani Anadolu içleri, Mezopotamya ile Mısır’a doğru uzanan sahil şeridi, dünyadaki ilk uygarlık merkezlerini ve avcı/toplayıcılıktan, yerleşik tarım toplumuna geçişin gerçekleştiği bölgedir. Bu bölgede, geçmişte ve bugün tüketilen temel besin kaynakları olan tahıllar ve hayvanlar ilk olarak evcilleştirilmiştir. Güvecin de ilk yerleşik toplumların bulunduğu bu bölgede, diğer asıl besin kaynakları ile birlikte yardımcı olarak evcilleştirilmiş olsa gerekir. Ancak güvercinin evcilleştirilmesinin, asıl besin kaynaklarının evcilleştirilmesinden görece olarak sonra olduğunu iddia edebiliriz. Çünkü güvercin asli olarak bir beslenme kaynağı olamaz. Zira küçüktür. Tavuktan daha önce bir besin kaynağı olması düşünülemez. Ancak, ek bir besin kaynağı olarak görülmesi ve üretilmesi için altyapının sonraki dönemlerde gerçekleştiği sonrasında diğer besin kaynakları karşısında sadece birlikte olmak adına beslenildiği düşünülebilir. (Nevşehir Civarında görülen güvercin yuvaları, tarım alanları için yüksek değerdeki güvercin gübresi için yapılmışlardır) Özetle bir iddia olarak güvercinin de ilk evcilleştirildiği bölgenin içinde bulunduğumuz bereketli hilal olduğunu söylemekteyim.
     
    Yazan: Ozan Genç / İstanbul
     
    SAF IRK YETİŞTİRİCİLİĞİ
     Avrupa toplumunda ciddi akademik ve kişisel çalışmaları ışığında  titizlikle uygulayarak ele aldıkları saf ırk ve kaliteli hayvan yetiştirme zihniyetinin olumlu ve başarılı meyvelerini almışlardır. Hatta son yıllarda daha da ileri giderek ırklarda oluşmuş olduğuna  inandıkları genetik bozulmaları (DNA) dahi düzeltme çalışmalarını ciddiyetle sürdürmektedirler. Ülkemizde de internet ağının yaygınlaşması ve dernekleşme faaliyetlerinin olumlu etkisi  ile saf ırk yetiştiriciliği ilgi görmeye başlamış olsa da, üzülerek yarışa baya gerilerden başlamış olduğumuzu söyleyebiliriz. Ama bilindiği gibi “başlamak işin yarısıdır” zihniyeti ile samimiyet, özveri , azim ve  titiz çalışmalar ışığında başaramamak diye bir şey yoktur..
     
    Tüm evcil ırklarda olduğu gibi, güvercin ırklarının da gelişi güzel üretilmesi ve bilinçsiz yetiştiriciliğin yapılması, bu ırkın gelecek nesillere taşınması adına bir tehdittir. Bunun en güzel örneği uzun yıllarını bu hobiye gönül vermiş olan güvercin yetiştiricilerinin “nerede o eski dönekler”, “nerede o eski hünkariler” v.s gibi sözlerinden açık ve seçik anlaşılmaktadır. Her şeyi ile bir Osmanlı ırkı olan Hünkari cinsi güvercinlerin saf ve kusursuz olanlarının Almanya ve Hollanda gibi Avrupa ülkelerinden yüksek fiyatlara ülkemizdeki yetiştiriciler tarafından satın alındığı maalesef acı bir gerçektir. Bilindiği gibi Sivas ilimize özgü olan kangal cinsi çoban köpeklerimizin tüm dünya köpek severlerinin gönlünde ayrı bir yeri vardır. Fakat safkan olanlarını dışarıdan almak zorunda kalacağımız günleri, bugünden görüp gerekli tedbirleri alamamamız durumunda,  bu gibi ırklarımızı da çok  farklı bir gelecek ve  sonuç beklemiyor olacak..Yüksek ücretler karşılığında, bazen de illegal yollara göz yummamızın sonucu bize ait olan birçok ırklara artık sadece internet sitelerindeki ve Avrupa dergilerindeki  resimlerine bakarak, avunur duruma gelmekteyiz. Saf ırk bir Sivas Kangal köpeği, Saf ırk bir Doberman ile eşleştirilirse yavrusunun sadece özelik olarak köpek diyeceğimiz bir şey olacağı gibi Saf ırk bir dönek ile  saf ırk bir taklacının eşleştirilmesinin sonucunda da oluşan yavru artık ne dönek ne de taklacıdır. Artık sadece ve sadece bir güvercindir.
     
    Saf ırk güvercin yetiştiriciliği öncelikle her güvercin ırkının yoğunlukta yetiştirildiği yöre ile özdeşleştirilmiş yetiştiricilerin görevidir. Örnek olarak Ödemiş ait olan Ödemiş kelebeği,  Mardin’e ait olan Mardin taklacısı, Bursa’ya ait olan Bursa oynarı, Ege’ye  ait olan Dönek ırkı bunlardan bazıları olarak sayabiliriz. Bir saf ırk yetiştiricisi olarak, saf bir ırkı gelecek nesillere taşıyabilmek,  bilinçli bir yetiştiricilik için araştırmacı ve yenilikçi yanımızı daima açık tutmalıyız..Aynı zamanda  ırkın özelikleri, uygun ve sağlıklı kümes koşulları, mevsimine göre uygun ve yeterli yemleme teknikleri,  uygun eşleme ve yavru bakımı, güvercin hastalıklarını tanıma ve teşhis edebilme yetisi, gerektiğinde bilinçli ve uygun dozlarda ilaç kullanımı, ırkın terbiyesi ve son olarak da  uçurulması konusunda edinilebilecek her kaynaktan faydalanmak gerekir.
     
    Sanırım bu saymış olduğum yapılması gerekenlerden en çok itilafa konu olan da saf ırkın olması gereken özellikleridir. Özelikle renklerinin ve renklerin vücuda dağılımlarının nasıl olması gerektiği, performanslarının nasıl olması gerektiği ( dönüş, oynama, takla atma veya dolap yapma gibi) paça, gaga  ve göz renkleri olarak sıralayabiliriz. Her yörenin önde gelen damızlık yetiştiricilerinin  ortak buluşabildikleri fikir ve görüşleri bu bağlamda esas olarak kabul etmek gerektiği inancındayım. Bu da ancak bu değerli yetiştiricilerimizi dernekleşme faaliyetleri ile bir araya getirerek gerekli bilgileri bir kaynak haline getirip belgelendirerek çözebileceğimiz  aşikardır.
     
    Uzun yıllar sonucu elde edilmiş bir saf ırkın korunması da, en az yukarıda saydığımız sorunları aşmak kadar önemlidir. Çünkü bir gökdelen inşa etmek aylarca zaman ve birçok insanın emeğini gerektirirken yıkılması birkaç dakika alıyor. Tek bir kümeste beslenen damızlık güvercinlerin ciddi bir hastalık ile karşılaşmaları, hırsızlık tehlikesi, zehirlenme veya bir sansarın saldırısı ile bir anda yok olabilir. Yılların emeği ile günümüze kadar taşınmış bir hazinenin (bir ırkın) yok olması bir yetiştirici için çok yıkıcıdır. Bu yüzden aynı mekanda birden fazla kümeste, aynı kalitede saf ırk damızlık barındırmak gerekiyor..Veya diğer damızlık yetiştiricileri ile eşdeğer özelikteki güvercinleri takas ederek hem aynı ırkın devamı hem de genetik olarak da kanların birbirine yaklaşması önleme yolu ile yapılabilir. Bu takas yolu ile karşılıklı yapılan güvercin alış verişleri aynı zamanda yok  olabilecek bir kümes için iyi ve güvenilir bir yöntemdir.
     
    Unutmayalım ki ! güvercin yetiştiriciliğinde  “bilinçli,  kaliteli yetiştirici ve kaliteli güvercin” sloganı ile yola çıkmış olduğumuz bu güzel hobimizin hak ettiği saygı ve değeri görmesi ancak bizlerin tutumumuz ve yetiştiricilik profilimize bağlıdır.
     
    Saygılarımla 
    Polat BULANIK
     
    Güvercinin Yuvasına Alıştırılması
    Öncelikle alıştırmak istediğiniz kuşun özelliklerini ırkını iyi bilmeniz gerekiyor. Her ırkın yuvaya alışma evreleri farklılık gösterir. Ayrıca aynı ırktan yetişkin veya kızma(yavruluktan yeni çıkmış) kuşun da alıştırılma evreleri birbirlerine göre farklıdır. Kuşunuzu alıştırmak istediğiniz kümesin yeri ve konumu da alıştırma evresini etkileyen önemli faktörlerdendir. Örneğin etrafı kapalı çukur bir yerde balkon gibi bir mekanda kuş besliyorsanız kuş alıştırma süreniz etrafı açık yüksek bir yerde bulunan kümese göre daha uzun ve meşakkatlidir. Yine alıştırma evresini etkileyen bir önemli etkenlerden biriside ki bana göre en önemlisi kümesinizde alışkın kuşunuzun bulunup bulunmadığıdır.
     
    Eğer kümesinize alışkın hiç kuşunuz yoksa işiniz zor demektir. Çünkü alışkın kuş kümese giriş çıkış yolunu diğer kuşlara da öğretir. Aynı zamanda alışkın kuşunuz ve acemi kuşunuz havada da birbirlerini tanır, kümeste kavga bile etseler uçarken birlikte küme halinde uçarlar. Bu aynı zamanda güvercinlerin savunma mekanizmalarıyla da alakalıdır. Doğa her hayvana tabiatta kendisini koruyup soyunu sürdürmesi için bir savunma silahı vermiştir. Güvercinlerin savunma silahı ise kaçmak topluca hareket etmektir. Benzer özellik sürü halinde yayılan küçükbaş hayvanlar içinde geçerlidir. Güvercin topluluğundan herhangi bir kuş bir tehlike sezip aniden bir reaksiyon gösterirse diğerleri de tehlikeyi algılamasalar dahi aynı reaksiyonu gösterirler. Bu reaksiyon kuşlarda topluca kaçmak biçimindedir.
     
    Ben sizin hiç alışkın kuşunuz olmadığını varsayarak işe başlamak istiyorum. Bu durumda yapılacak en doğru şey öncelikle bir iki çift tercihan üç çift ucuz kuşlardan almak ve işe o kuşlarla başlamak. Aldığınız bu 2- çift kuşu (dikkat edin bu kuşlar posta olmasın ) eşleştirin. Kümesiniz ölçüleri minimum bu kadar kuşu barındıracak şekilde olmalıdır. Kuşlarınız eş aldıktan sonra kümesin içinde yuvalarında birbirlerine kur yapmaya başlayacaklardır. Alışma döneminde kuşları dışarıda yemlemekte fayda vardır. Ancak dışarıya yemlemek için çıkarttığınız kuşların kaçmaması için bazı önlemler almak gerekir.
     
    Geleneksel olarak bilinen bu yöntemler:
    1-Kuşun kanat teleklerini çekmek
    2-Kanadını makaslamak
    3-kanat teleklerini uçlardan tutam yaparak bantlamak ya da çengelli iğne ile tutturmak.
     
    İlk iki yöntem çoğu hayvan sever tarafından pek onaylanmamakla birlikte aynı zamanda kuşun kanat yapısına da zarar verebilir. 3 .yöntem ise kanat bantlamak yada firkete de denilen çengel iğne ile kanat kösteklemek diğerine göre biraz daha sık tercih edilen ve kuşun alıştırma evresinin daha kısa olduğu durumlar için uygun yöntemdir.Ancak bu yolla da kuşun kanat yapısının zedelenmesi ve hasar görmesi mümkündür. Ayrıca kümesinizin önü açık ise ya da teras seviyesi alçaksa kanadı bağlı kuşun damdan aşağı atlama ve yere düşme tehlikesi vardır.
     
    Kanatları bağlı kuşlarımızı terasa saldığımız zaman mutlaka gözümüz onların üstünde olmalıdır. Hayvanlar bir kaç kez uçma girişiminde bulunacak kanatlarının bağlı olduğunu anlayınca bundan vazgeçecektir. Kuşları gözlemlediğimizde hayvanların yavaş yavaş tedirgin hallerinin kaybolmaya başladığını etrafı karıştırıp dişilere kur yapmaya başladıklarını göreceğiz. Bu bizim doğru yolda olduğumuzun göstergesidir. Bu işlemi 3- 4 gün tekrarladığınızda ve kuşları günde bir kez sadece dışarıda yemlemeye alıştırdığınızda hayvanların giderek rahatladığını göreceksiniz. Kuşların kendi başlarına kümese girip çıkmalarını sağlamaya çalışınız. Kuşlarınızı ele almamaya özen gösterin uzun bir sopa ile idare etmeye çalışın. Kuşlarınızın üzerine aniden gitmeyin onları gözlemlerken ani el kol hareketleri yapmayın. Kuşlarınızı alıştırma döneminde günde sadece bir kez dışarıda yemleyiniz. Acemi kuşlarınız eşleştikten sonra 1 hafta 10 gün içinde yumurtaya kovalamaya başlayacaktır. Bu dönemde erkek kuş dişiye aşırı düşkün olur. Bir an olsun onu bırakmaz sürekli peşinde gezer ve kafasını gagalayarak onu yuvaya kovalar erkek kuşu salmak için en uygun dönemlerden birisi bu dönemdir.
     
    Dişisinin kanatları bağlı olduğu halde erkek kuşu bu dönemde salabiliriz. Kuşlarınızı hep açken uçurun tok kuşu alışkınken bile uçurmak doğru değildir. Erkek kuşunuz yavaş yavaş yakın damlara uçup gelmeye başlayacaktır. Çok fazla zorlamadan ve kuşu usandırmadan bu şekilde bir iki deneme yapabilirsiniz. Kuşlarınızı uçururken havanın açık ve yağışsız olmasına dikkat ediniz. Tek başına kuş alıştırmak bu işin en zor dönemidir bu dönemde istenmeyen durumlar olabilir kuş kaçırabilirsiniz ama bu sizi usandırmasın. Bu yüzden bu etabı kolay alışabilen Baska, Bursa kırması, Eş düşkünü kuşlarla aşmaya çalışın. Bu şekilde bir iki gün deneme yaptıktan sonra dişi kuşu da erkekle beraber salabilirsiniz. Ancak şunu unutmayın gözlem çok önemlidir. Tedirgin kuş bulunduğu ortamda rahat edemediğini her hareketi ile belli eder. Tedirgin kuş yerinde rahatsızdır. Hemen kümese kaçan kuş alışma evresini tamamlamamıştır buna dikkat ediniz.
     
    İlk kuşlarınızı kümese alıştırdıktan sonra işiniz daha da kolaylaşacaktır. Daha sonrası için alışkın kuşla acemi eşleştirmek suretiyle alıştırma yapılabilir. Ancak yukarıda da belirttiğim gibi her ırkın her kuşun kendine has alıştırma yöntemleri vardır. Bazı yetişkin kuşlar kolay kolay alıştırılamaz. Hatta bazı posta güvercinleri ilk alıştıkları yer dışında kolay kolay hiç bir yere alışmazlar. Yine sökük kuşların alıştırılması zordur. Yavru kuşu alıştırmak biraz daha farklıdır. Ben sadece kuş alıştırma evresini ana hatlarıyla özetlemeye çalıştım. Kuşu alıştırdıktan sonra bu hayvanlardan performans almak için gerekli disiplinleri uygulamak deneyimli kuşçulardan destek almak gerekecektir. Şunu unutmayın en deneyimli kuşçu bile mutlaka kuş kaçırır. Bu işte sabırlı olmayı öğrenmeli kuşları gözlemleyip onları anlamaya azami dikkat göstermelisiniz.
     
    Anonim
    (yazarı tespit edilemedi)
     
  • ANADOLU’DA GÜVERCİN YETİŞTİRİCİLİĞİNİN TARİHÇESİ

    KUŞLAR VE İNSANLAR
    Günümüzde dünya üzerinde yaşayan insan topluluklarına baktığımızda, toplum yaşantısında çeşitli kuş türlerinin bazı kavramları simgelediğini görebilmek mümkündür. Örneğin güvercinler günümüzde barışın simgesidirler. Güvercinin barış simgesi olarak kabul edilmesi 2. Dünya savaşı sonrasında olmuştur. Yaptığı resimlerde güvercin figürlerine sıklıkla yer veren Picasso’nun 1949 yılında yaptığı bir güvercin resmi, “Dünya Barış Kongresi”nin afişi olarak kullanılmıştır. Bu tarihten sonra güvercin hep barışın simgesi olarak hafızalara yerleşmiştir.
    Hıristiyanlık’ta da güvercin önemli bir simgedir. Burada güvercin “kutsal ruhu” temsil etmektedir. Bu konuda ressam Michelangelo’nun Yahya’yı, İsa’yı vaftiz ederken gösteren resmi iyi bir örnektir. Bu resimde kutsal ruh, bir güvercin şeklinde Yahya ve İsa’nın üzerinden uçmaktadır. İnsanoğlunun yaşamında kuşların belli sembolik değerler kazanması belki de insanoğlunun tarihi kadar eskidir. Yapılacak kısa bir inceleme ile tarihin her döneminde insanların kuşları simge olarak kullandıkları gözlenebilir. Mitolojilerinin tamamı birçok kuş simgesi ile doludur. Kartallar, akbabalar, baykuşlar, kuğular, leylekler ve güvercinler en sık rastlanan kuş simgeleri arasındadır.
    MİTOLOJİDE GÜVERCİN 
    Tevrat’ta yer alan Tufan efsanesinde Nuh peygamber tarafından gemiden salınan kuş, bir güvercindir. Tevrat’ta yer alan bu efsanenin kaynağının eski Sümer ve Babil efsaneleri olduğu bilinmektedir. Benzer anlatımların Sümerlerde Gılgamış destanında da bulunması çok eski dönemlerde Mezopotamya’da güvercinin evcilleştirilmiş olabileceğini düşündürmektedir.
    Eski Yunan mitolojisinde aşk ve güzellik tanrıçası olarak bilinen Aphorodite’nin sembolü bir güvercindir. Anadolu’da bulunmuş olan ve MÖ. 4. Yüz yıla ait olduğu sanılan bir yüzük taşı üzerinde Aphorodite elinde bir güvercin ile tasvir edilmiştir.
    İslam tarihinde iyi bilinen başka bir efsane ise Hz. Muhammet ile ilgilidir. Bilindiği gibi          Hz. Muhammet hicreti sırasında düşmanlarından kaçarken bir mağaraya sığınır. Oradaki örümcek mağaranın ağzına hemen bir ağ örer ve bir çift güvercin de hemen mağaranın ağzına yuva kurar. Mağaranın ağzına gelen düşmanlar bunları görünce mağaranın içinde kimsenin olmadığını düşünür ve içeriye girmezler. Böylece Hz. Muhammet ölümden kurtulmuş olur. Bu efsane İslam dünyasında güvercinlerin kutsal bir kuş olarak görülmesine neden olmuştur. Günümüzde de İslam toplumlarda güvercin öldürmek hoş karşılanmaz. Ülkemizde bulunan birçok caminin üzerinde güvercinlerin sığınması için yapılmış kuş evleri bulunmaktadır. Bu kuş evlerinin yapılmasındaki temel mantık bu anlatıma dayanmaktadır. Böylelikle Müslümanlar güvercinlere olan borçlarını ödemeye çalışmışlardır.
    Güvercinin kutsal bir kuş olarak görülmesinde Müslümanlık öncesi bazı inanışlarında etkisi vardır. Sami kavimlerinde (İbraniler, Habeşler, Araplar) güvercin bir totem hayvanıdır. Müslümanlık öncesi Kabe’de bulunan putlar arasında güvercin şeklinde bir put olduğu ve buna tapınıldığı bilinmektedir. Mekke’nin ele geçirilmesiyle birlikte 630 yılında Kabe’deki bütün putlar kırılırken bu putta kırılmıştır.
    TARİH ÖNCESİ DÖNEMDE KUŞLAR VE GÜVERCİNLER
    PALEOLİTİK ÇAĞ
    İnsanlık tarihinde yaklaşık olarak MÖ. 10 bin yılından başlayıp en eski zamanlara kadar uzayan döneme paleoletik çağ adı verilmektedir. Dünya tarihinde bilinen en eski kuş betimlemesi üst paleolitik çağa ait olup günümüzden yaklaşık 30–35 bin yıl öncesine aittir. Bu kuş betimlemesi bir baykuş ait olup Chauvet mağarasında duvar resmi olarak bulunmuştur. Polonya Bilimler Akademisi Türkologlarından Edward Tryjarski güvercinin paleolitik çağın sonlarına doğru yani günümüzden yaklaşık 12 bin yıl önce Anadolu’da evcilleştirildiği ve buradan dünyaya yayıldığı görüşündedir. Ancak bu görüşü destekler arkeolojik bulgulara henüz ulaşılamamıştır. Edward Tryjarski’nin bu görüşü daha çok dilbilimsel (etimolojik) araştırmalara dayanmaktadır. Anadolu’da paleolitik çağ günümüzden yaklaşık 12 bin yıl önce başlayıp daha gerilere doğru devam etmektedir.  Ülkemizde paleolitik çağa ait kalıntılar bulunduran en önemli merkez Antalya yakınlarındaki Karain mağarasıdır. Bu mağarada dönemi aydınlatacak çok önemli bulgular elde edilmiş olmakla birlikte kuşlar ve güvercinlerle ilgili bir bulguya henüz ulaşılamamıştır. Bu mağaradaki kazı çalışmaları günümüzde de devam etmektedir.
    MEZOLİTİK ÇAĞ
    MÖ. 10 bin ve 8 bin yılları arasındaki 2 bin yıllık dönem mezolitik çağ olarak adlandırılmaktadır. Bu dönemde oksitli boyalarla boyanmış mağara duvar resimleri görülmeye başlanmıştır. Antalya yakınlarındaki Beldibi ve Belbaşı mağaraları, Samsun yakınlarındaki Tekeköy başlıca merkezler arasındadır. Beldibi mağarasında duvara yapılmış ilginç bir geyik figürü bulunmaktadır. Bu döneme ait güvercin ile ilgili bir figür bulunamamıştır.
     
    NEOLİTİK ÇAĞ
    Anadolu’da neolitik çağ MÖ. 8 bin ile 5500 yılları arasında yaşanmıştır. Günümüzden 10.000 yıl öncesinde başlayan bu çağda avcılığın sistemli hale geldiği ve başta köpek olmak üzere bazı hayvanların evcilleştirildiği arkeolojik bulgularla kanıtlanmıştır. Bu dönemin sonlarına doğru güvercinin de evcilleştirilmiş olabileceği düşünülebilir. Ancak bu görüşü destekler arkeolojik bulgu yoktur. Neolitik dönem, insanlığın tarihinde kuş betimlemelerinin arttığı bir dönem olarak dikkati çekmektedir. Bunun bir nedeni de insanın soyut zeka ve buna bağlı olarak simge kullanma konusunda geliştirdiği yeteneklerde aranmalıdır.
    Neolitik dönem yerleşimlerinden Göbeklitepe taş stelleri üzerinde sıklıkla kuş betimlemelerine rastlanmaktadır. Bunların içinde bir leylek figürü dikkat çekicidir. Gene bu steller üzerinde kuşların ağ ile yakalanışlarını gösteren sahneler vardır. Kuşların canlı yakalanmasının evcilleştirmeyi de getirmiş olması doğaldır. Anadolu’da bu dönemin en önemli yerleşim merkezlerinden biri olan Konya yakınlarındaki Çatalhöyük’te yapılan kazılarda elde edilen bulgular sonucu, Çatalhöyük sakinlerinin çağın en önemli kentsel yerleşimine sahip oldukları ve tarım ile hayvancılıkta oldukça ileri gittikleri anlaşılmıştır. Çatalhöyük’te sıklıkla akbaba figürlerine rastlanmıştır. Bu figürlerin ölümü simgelediği düşünülmektedir. Bu dönemde Anadolu’da akbabanın ölümü simgelemesine karşın uğursuzluk olarak nitelenmediği tam tersine kutsal olarak değerlendirildiği sanılmaktadır. Bunun nedeni tanrıların gökyüzünde yaşadığına inanılması ve uçma yeteneği bulunmayan insanoğlu ile tanrılar arasında ancak uçabilen kuşların aracılık yapabileceğinin düşünülmesidir. Bu dönemde ölünün gömülmeden önce akbabalar tarafından yenmesine izin verildiği tahmin edilmektedir. Çatalhöyük’te ölülerin akbabalarca yendiğini gösteren betimlemeler bulunmuştur. Böylelikle ölünün tanrılara daha kolay ulaşabileceği düşünülmektedir. Bu nedenle bu görevi yerine getiren akbabalar kutsal bir kuş olarak kabul edilmektedirler. Neolitik dönemde Çatalhöyük’te güvercin ile ilgili bir bulguya rastlanmamıştır.
     
    KALKOLİTİK ÇAĞ
    Neolitik çağı izleyen kalkolitik dönem, Anadolu’da günümüzden yaklaşık 7 bin yıl önce başlamıştır. Kalkolitik çağ, MÖ 5500 ile 3 bin yılları arasında yaşanmıştır. Şehirleşmenin hızla geliştiği bu dönem çanak çömlek yapımının yaygınlaştığı bir çağdır. Maden ve özellikle de bakır kullanımının yaygınlaştığı bir dönemdir. Bu çağda Anadolu’da Burdur yakınlarındaki Hacılar, Denizli yakınlarındaki Beycesultan, Afyon yakınlarındaki Kusara höyük, Tuz gölünün güneyindeki Canhasan, Mersin yakınlarındaki Yümüktepe gibi şehirleşmiş önemli yerleşim bölgeleri bulunmaktadır. Bu yerleşim ağı Anadolu’nun uygarlık tarihi açısından ne denli önemli bir bölge olduğunun çok güzel bir göstergesidir. Kalkolitik döneme ait Halaf’da bulunan bir kap üzerinde güvercingiller ailesinden kumru figürüne rastlanmıştır.
    Bu çağ Anadolu’da hayvanların evcilleştirilmesinin ve insanların yararına kullanılmasının geliştirildiği bir çağdır. Dünyada güvercinlerin evcilleştirilmesine ilişkin ilk bulgular bu döneme aittir. Bu konudaki en eski bilgiler, MÖ. 4500 yıllarına, yani günümüzden yaklaşık 6500 yıl öncesine kadar gitmektedir. Köken olarak evcil güvercinin ilk olarak Orta Asya milletleri tarafından eğitildiği tahmin edilmektedir. Prof. Dr. İlhami Kiziroğlu, güvercinlerin günümüzden 6000 yıl önce Ön Asya’da evcilleştirilmeye başlandığını ancak bu sürecin izleyen yıllarda Anadolu’da devam ettiğini belirtmektedir.
    Evcil güvercinlerin kalkolitik çağda Asya kökenli gelişip buradan Mısır ve Mezopotamya’ya doğru bir dağılım izlediği ve buradan da Anadolu’ya geldiği genel olarak kabul edilmekle birlikte son yıllarda yapılan araştırmalar ve özellikle arkeolojik, kültürel ve etimolojik incelemeler, güvercinin Anadolu’da eskiden beri var olduğunu ve Anadolu kökenli olarak yayılmış olabileceği de düşündürmektedir. Özellikle Hitit İmparatorluğu döneminde Anadolu’da ayrı bir kuş kültürü olduğu bilinmektedir. Asya’da bulunmayan bazı kuş türlerinin bu kültürde yer alıyor olması, bu kültürün Asya kökenli olmadığını göstermektedir. Gene Mısır ve Mezopotamya’da makbul kabul edilen ve saygı gören baykuş karga ve akbaba gibi kuşların Anadolu kültüründe aynı çağda ölümü ve uğursuzluğu çağrıştırdığı için yer almıyor olması, Anadolu’nun kendine özgü bir kuş kültürü geliştirdiğini ortaya koymaktadır. Bu kültürel farklılık Anadolu kuş kültürünün Mısır ve Mezopotamya etkisi ile gelişmediğini kanıtlar niteliktedir.
    TUNÇ ÇAĞI 
    Tunç çağı Anadolu’da MÖ. 3 bin ile 2 bin yılları arasında yaşanmıştır. Bu çağda Anadolu’da Çorum yakınlarındaki Alacahöyük, Malatya yakınlarındaki Arslantepe, Çanakkale yakınlarındaki Troya ile Horoztepe, Hasanoğlan, Mahmatlar gibi önemli yerleşim yerleri dikkat çekicidir. Bu çağa ait yerleşim yerlerinde çıkartılan çanak ve çömlekler üzerinde birçok kuş türünün yanı sıra kumru ve güvercin figürlerine de rastlanmaktadır. Bu bulgular güvercinin günümüzden en az 5 bin yıl önce Anadolu’da yaygın olarak bulunduğunun tartışma götürmez kanıtlarıdır. Aynı çağda Anadolu’ya komşu ülkelerin sanatında da benzer bulgulara sıklıkla rastlanmaktadır.
    Bu çağa ait Mezopotamya buluntularında Sümer uygarlığına ait kalıntılar arasında üzerlerinde güvercin ve kumru figürleri bulunan mühür ve bazı arkeolojik eserler elde edilmiştir. Sümer şehirlerinden bir olan Ur’da Elübeyt tabakasında ve gene Ur ve Kiş’de ortaya çıkartılan bazı mezar buluntularından bölgede güvercin yetiştirildiği anlaşılmaktadır. Bir Sümer tanrıçası olan ve bereket ile cinsel aşkı simgeleyin tanrıca İştar adına yapılmış tapınakta kurşundan yapılmış kumru heykelleri bulunmaktadır.
    MÖ. 3 bin yılına ait Mısır kayıtlarında, 5. Mısır hanedanlığı zamanında güvercinlerin yemek amacı ile yetiştirildiği anlaşılmaktadır. Bu dönemlerde güvercin hem eti hem de gübresi için yetiştirilmekteydi. O dönemde güvercin eti sofraların makbul bir yiyeceğiydi. Güvercin gübresinden yararlanmak için de güvercin kulesi adı verilen yüksek ve üzerinde güvercinlerin girebilecekleri delikler bulunan kuleler yapılmaktaydı. Bu yapılar, Anadolu’da yakın tarihe kadar bulunan hatta kullanılmamakla birlikte son örnekleri günümüzde de bulunan boranhaneleri çağrıştırmaktadır.
    Anadolu’da gördüğümüz gibi çok erken dönemlerde başlayan şehirleşme ve hayvanların evcilleştirilme sürecini bağlı olarak gelişen güvercin yetiştiriciliği, Avrupa ve dünya ülkelerine çok sonra yayılmıştır. Bugün bizim dünya ırklarının çoğunun Anadolu kökenli olduğunu söylememizin temelinde bu olay vardır. Evcil güvercinlerin örneğin Avrupa’ya gelmesi çok sonraları olmuştur. Avrupa’ya ilk güvercin MS. 2. yüzyılda Romalılar döneminde girmiştir. Avrupa’da güvercin yetiştiriciliğinin yaygınlaşması ise MS. 14. yüz yıla rastlamaktadır.
    TARİH ÇAĞLARINDA KUŞLAR VE GÜVERCİNLER
    Tarih çağları dünyada yazının bulunması ile başlatılmaktadır. Yazı MÖ. 4000 yıllarında bulunmuş olmakla birlikte Anadolu’da kullanılmaya başlaması tunç çağı sonlarına rastlar. Bu bakımdan Anadolu’da tarih çağları MÖ. 2 bin yıllarında başlamakta ve günümüze kadar uzamaktadır. Tarih çağlarının ilk dönemleri Asur ticaret kolonileri ile başlamaktadır. 100 yıl kadar süren bu dönemden sonra Anadolu’da yaklaşık 900 yıl devam edecek olan Hitit devleti dönemi başlar.
    Gerek Asur ticaret kolonileri gerekse Hitit devleti dönemlerinde Anadolu ile Mısır ve Mezopotamya arasında çok canlı bir ticari ilişki bulunmaktadır. Bu ticari ilişki sayesinde bölgelere özgü farklı güvercin ırklarının da yayılmış olduğu tahmin edilmektedir. Bu konuda çarpıcı bir örnek olduğu için günümüzde dünyada Damascus adı ile bilinen ve ülkemizde ise İstanbullu adı ile tanılan güvercin ırkından bahsetmek istiyorum. Bu güvercin ırkının ilk örnekleri eski Mısır duvar resimlerinde görülmektedir. Bugün ülkemizde hala aynı ırkın yetiştiriliyor olması çok eski dönemlerden itibaren geliştirilmiş ticari ilişkiler sayesinde olmuştur.
    Mezopotamya’da bulunan bazı çivi yazılı tabletlerde güvercinlerden bahsedildiği saptanmıştır. Bu yazılar Hitit devleti dönemi ve daha öncesine aittir. Bugün ülkemizde çeşitli Hitit yerleşim merkezlerinde sürdürülen kazılarda bulunan hiyeroglif ve çivi yazılı metinlerde, Hititlilerin daha çok kaz, keklik, ördek, kartal, şahin ve turna gibi kuşlardan bahsettikleri görülmektedir. Yaptığım araştırmalar sırasında Hitit metinlerinde güvercinlerle ilgili bir bilgiye rastlayamadım. Belki daha derinlemesine yürütülecek çalışmalar sonucu bazı bulgular elde edilebileceğini düşünüyorum. Çünkü elimizdeki bulgular, güvercin yetiştirildiğinin Anadolu’da Hitit devleti öncesinde tunç çağında yani MÖ. 3000 yıllarında başladığını göstermektedir.
    Tarihi dönemler içersinde Anadolu’da Hitit devletinden sonra Türklerin gelişine kadar birçok uygarlık yaşamıştır. Bunlardan en bilinenleri Frigler, Lydialılar, Urartular, Yunan, Roma ve Bizans devletleridir. Bu uygarlıklar döneminde Anadolu’da güvercin yetiştiriciliği yaygınlaşmıştır. Toplum hayatının içinde var olan ve onu yakından etkileyen güvercinler bu toplumların sanatlarına da yansımıştır. Bu uygarlıklardan kalmış olan ve günümüzde de varlığını sürdüren sanat eserlerinden güvercinlerle ilgili olanlarından bazı örnekler vermek istiyorum.
    1) Assos’da yapılan nekropol kazılarında 8 numaralı lahitten çıkartılan üçlü güvercin heykelleri. Bu heykeller Roma döneminden kalma olup 5. yüz yıla tarihlenmektedir. Bu eserleri Çanakkale müzesinde görebilirsiniz.
    2) Mut ilçesi yakınlarında yer alan Dağ Pazarı Kilisesi adı ile bilinen bazilika, 4-5 yüz yıldan kalma bir eserdir. Bu bazilikanın taban mozaikleri üzerinde birçok kuş figürü bulunmaktadır. Güvercinlerin yanı sıra, tavus kuşları, ispenç tavuğu, pelikan, leylek, keklik ve kuğu figürleri görülmektedir.
    3) Antalya ili Kaş ilçesi yakınlarında bulunan Islada antik kentinin nekropolünde bulunan MÖ. 4. yüz yıla ait Roma dönemi lahitlerinden biri “güvercinli mezar” olarak anılır. Bu mezar üzerinde bulunan güvercin tasvirleri bugün de görülebilir.
    4) Roma döneminden kalma MÖ. 3–4 yy arasına ait olduğu düşünülen güvercin şeklinde iki altın küpe günümüze keder ulaşmıştır. Bu küpeler bugün Ankara Anadolu medeniyetleri Müzesi’nde görülebilir.
    GÜVERCİNİN HABERLEŞME AMAÇLI YETİŞTİRİLMESİ
    Dünyada başlangıçta eti ve gübresi ya da süs için yetiştirilen güvercinler, daha sonraları bu kuşların yön bulma, yuvasına bağlılık ve uzun mesafeleri uçabilme gibi yeteneklerinin keşfedilmesi ile birlikte haberleşme amaçlı kullanılmaya başlamışlardır. Özellikle savaşlar sırasında güvercinlere haberleşme konusunda önemli görevler düşmüştür.
    MÖ. 1200 yıllarında Mısır’da güvercinlerden haberleşme amacı ile yararlanıldığını görüyoruz. Daha sonraki dönemlerde haberleşme amaçlı yetiştiricilik farklı ülkelere de yayılmıştır. MÖ. 300 yıllarında Çin’de güvercinlerle bütün ülkeyi kapsayan bir haberleşme ağı kurulmuştur. Özellikle savaş sırasında ki haberleşmelerde güvercinler önemli bir rol oynamışlardır. Cengiz Han’ın seferleri sırasında haberleşme amaçlı posta güvercin kullandığı bilinmektedir.
    Bağdat halifelerinin de güvercinlere çok değer verdiği bir gerçektir. Suriye’nin güçlü hükümdarı Nureddin (1146–1174) Mısır’da yıllarca çok iyi işleyen bir güvercin posta şebekesi kurmuş olması ile ünlüdür. Bu amaçla kullandığı güvercinlerin ayak ve gagalarını kendi şifreleri ile işaretlemiştir. Kullandığı güvercinler Irak’tan getirilen boyunları renkli ve benekli beyaz güvercinlerdi.
    Eski Yunan ve Roma’da da savaşlar sırasında güvercin kullanımı yaygındır. İslam öncesi Orta Asya’da bulunan Türk devletleri ile Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu ve Osmanlılarda da güvercinler hem haberleşme hem de güzellikleri için yetiştirilmişlerdir. Anadolu’da Yapılan kalelerin bazılarında posta güvercinleri ile haberleşme amaçlı güvercinlikler inşa edilmiştir. Bunların güzel bir örneğini Adıyaman’da Memluk egemenliği döneminde 1290 yıllarından kalma Yeni Kale’de görebiliriz.
    Bizans döneminde Anadolu’da yapılan bazı yapılarda da güvercin süslemeleri yer almaktadır. Trabzon’dan iki örnek vermek gerekirse, bugün Trabzon müzesi olarak hizmet veren 1263 yılında yapımı bitirilmiş olan Trabzon Ayasofya Kilisesi’nin doğu cephesinde alınlığın üzerinde sütun başlıklarına yakın bir yerde güvercin süslemeleri bulunmaktadır. Gene Trabzon’da bugün Yeni Cuma Camisi adı ile anılan aslında 13–14 yüz yılda yapılmış bir kilise olan yapının doğudaki apsisleri üzerinde kartal ve güvercin tasvirleri bulunmaktadır.
    Son büyük savaşlar olan I. Ve II. dünya savaşlarında da güvercinlerden haberleşme amaçlı yararlanılmıştır. Hele telsiz ve telefon görüşmelerinin yapılamadığı anlarda posta güvercinleri çok işe yaramışlardır. Hatta savaş sonrası hizmetlerinden ötürü madalya verilmiş posta güvercinleri bile bulunmaktadır. Günümüzde posta güvercini yetiştiriciliği daha çok sportif ve yarış amaçlı olarak yapılmaktadır.
    ESKİ TÜRK TOPLULUKLARINDA GÜVERCİN YETİŞTİRİCİLİĞİ
    Eski Asya kökenli Türk toplulukları arasında güvercine ilişkin yaygın bir kültür olduğu görülmektedir. Sınırlı ve belli alanlardaki kelimeleri içine alan Göktürk yazıtlarında güvercin kelimesi bulunmamaktadır. Ancak Orta Asya Türk topluluklarından Uygurlara ait en eski yazılı metinlerde güvercin anlamında “kökürçkün” ve “köğürçün” gibi kelimelerin kullanıldığını görüyoruz. Birbirinden uzak değişik Türk toplulukları lehçelerinde bile bu kelimelerin ortak bir sözcük olarak varolması güvercin kültürünün o dönemde yaygın olduğunu ortaya koymaktadır. Aynı zamanda bazı yazılı metinlerden güvercinlerin toplumsal olarak değer verilen ve oldukça kıymetli bir varlık olduğu anlaşılmaktadır. Asya’daki Türk kavimleri o dönemde yarı göçebe bir tarza sahip olmakla birlikte belli bir güvercin kültürü geliştirmişlerdir. Ancak bazı kuzey Türk topluluklarında bu kültüre ilişkin hiçbir iz bulunmaması daha çok iklimsel koşullarla açıklanmaktadır.
    O dönemde Çin’de güvercin yetiştiriciliğinin yaygın olduğu bilinmektedir. Özellikle haberleşme sistemini MÖ. 300’lü yıllarda bütün ülkede güvercinlerle sağlamayı başaran bir ülkede güvercin yetiştiriciliğinin çok eskilere dayandığını tahmin etmek zor değildir. Bugün bile Doğu Türkistan’da konuşulan bazı Türk lehçelerinde Pekin güvercini anlamına gelen “bedzin kepte” teriminin olması ve Pekin güvercinlerinin Türkler tarafından da yetiştirildiğinin bilinmesi, Türklerin Çinliler ile eskiden beri bir güvercin alış verişinde bulunduklarını göstermektedir. Geçmiş dönemlerde Asya’da yetiştirilen güvercin ırklarının neler olduğu konusunda sınırlı bir bilgiye sahibiz. Ancak taklacı güvercin ırkının Orta Asya Türkistan kökenli olduğu etimolojik incelemelerden anlaşılmaktadır. Bugün Çin sınırları içinde yer alan Taklamakan Çölü, çölleşmeden önce Türklerin yaşadığı bir bölge idi. Taklamakan adı eski Uygur Türkçe’sinde taklanın makamı yani onun gerçek yeri, doğum yeri anlamına gelmektedir. Bu kavramdan taklacı güvercin ırkının ilk kez Türk toplulukları tarafından yetiştirildiği sonucu çıkmaktadır.
    Bölgeye ilişkin bazı eski kaynaklardan, Doğu Türkistan’da “Guma güvercinleri” adı verilen ve evlerin çatılarına koyulan kafeslerden uçurulan güvercinlerin olduğu ve bunların arasında Alacalı güvercin ve Pekin güvercin ırkının bazı çeşitleri bulunduğu öğrenmekteyiz. Günümüzde Şanlıurfa’da damlarda toplanan ve uçurulan evcil güvercin topluluklarına da “köme güvercinleri” adı verilmesi aradaki fonetik (sesbilgisel) bağlantıyı göstermesi açısından ilginçtir.
    Köme güvercinlerinin yanı sıra Doğu Türkistan’da “beyaz kağıt oyun güvercini” ve  “siyah pars oyun güvercini” adı ile bilinen taklacı güvercin ırlarından, iki ya da üç çeşit güvercinin bulunduğuna ilişkin bilgiler vardır. Taklacı ırkın diğerlerinden daha yüksek uçtuğu ve uçarken takla attığı belirtilmektedir.
    Bu anlatımlardan kökeninin orta Asya ve Türkler olduğunu anladığımız taklacı güvercinler, Türklerin göçleri ile birlikte dünya üzerine yayılmışlardır. Kaynaklarda, eski Türklerin bu güvercinleri uçururken yaptığı değişik bir uygulamadan söz edilmektedir. Güvercinlerin kuyruklarına, kamıştan ya da su kabağının ağzından incecik kesilerek kamışa benzer hale getirilmiş küçük düdükler bağlanmaktadır. Bu kamışların bir yerinde dikdörtgen şeklinde küçük bir delik yer alır. Güvercin uçarken bu deliklerden hava girer ve kuşun ses çıkararak uçması sağlanır. Eski Türklerdeki bu uygulama, uçuşa bir renk ve çeşitlilik getirmek amacı ile yapılabileceği gibi, belki güvercinleri yırtıcı kuşlardan korumak amacını da güdüyor olabilir. Bu düdükten çıkan sesin yırtıcı kuşları ürkütebileceğini düşünüyorum.
    Türkler yaşadıkları bu bölgelerin çölleşmesini takiben göç ederek batıya doğru gelmişler ve yayıldıkları bütün alanlara kendi kültürlerini ve güvercinlerini de beraber taşımışlardır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir nokta, Türklerin göçlerinin aynı tarihte ve toplu olarak bir bölgeye yönelmemiş olmasıdır. Türk göçleri değişik zaman dilimlerinde değişik bölgelere yönelmiştir. Bu arada ana yurdu Orta Asya olan ve burada Türkler tarafından geliştirilen taklacı güvercinlerle birlikte yetiştirilen diğer güvercin ırları da, Türklerle birlikte başta Asya’nın farklı bölgeleri, Rusya ve Ortadoğu olmak üzere, Anadolu ve Avrupa’ya kadar dağılmışlardır. Bugün bu bölgelerde bulunan ülkelerde hala köken olarak bizim ırklarımıza rastlamak mümkündür. Yerleşilen her coğrafyada farklı kültürlerle karşılaşılmıştır. Bizim kültürümüz onların kültürünü etkilerken onların kültürleri de bizi etkilemiştir. Farklı coğrafyaların güvercinleri ve farklı ırklar birbirleri ile kırılmışlardır. Yapılan melezlemeler sonucu yeni ırklar türemiş ve dünya üzerine yayılmışlardır. Burada dikkat edilirse Türk göçlerinin Asya kökenli güvercin ırklarının dünya üzerine yayılmasında etkin bir rol oynadığı görülebilir. Bu anlamda Türk güvercin ırklarının 1000 li yıllardan itibaren dünyaya yayılmaya başladığını söyleyebiliriz.
    SELÇUKLU TÜRKLERİNDE GÜVERCİN YETİŞTİRİCİLİĞİ 
    Türklerin Anadolu’ya girişleri 1071 Malazgirt savaşı sonrası yaygınlık kazanmış olmakla birlikte Türklerin Orta doğu ve Anadolu’ya gelmeye başlamaları daha eski tarihlere dayanmaktadır. 1000’li yılların başında bugünkü İran, Suriye ve Mezopotamya’yı kapsayan bölgede kurulan Büyük Selçuklu devleti, Orta Asya ile bugünkü Rusya’nın güneydoğusunda yaşayan Türklerin bu bölgeye göçleri ile kuruldu. Bu bölge, taklacı ırkın Asya’da yetiştirildiği bölgedir. Taklacı ırkın bu göç sonrası Büyük Selçuklularla birlikte bu bölgeye yayıldığı ve daha sonra da Anadolu’ya girdiği düşünülmektedir.
    Bazı yabancı kaynaklarda 1055 yılında Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey döneminde Abbasilere tanıtılan taklacı güvercinlerin, Abbasiler kanalı ile başta İran, Irak, Suriye ve Ermenistan olmak üzere bölgedeki diğer ülkelere ve Mezopotamya’ya yayıldıkları belirtilmektedir. Muhtemelen bu kuşlar çeşitli Arap güvercinleri ile kırılmışlardır. Daha sonraları bugün ülkemizde Mardin güvercinleri olarak anılan taklacıların, bu güvercinlerin bölge güvercinleri ile kırılması sonucu ortaya çıkmış olma ihtimali kuvvetlidir. Bugün Arapların taklacı ırka sahip çıkıp kendi ırkları gibi dünyaya tanıtmalarının kökeninde bu olay vardır.
    Büyük Selçuklulardan sonra Anadolu’ya gelen ve Konya merkez olarak buraya yerleşen Anadolu Selçuklularının, Orta Asya’dan Mardin tipi taklacı ırk getirmedikleri bilinmektedir. Buradan taklacı ırkın eski dönemlerde daha çok doğu ve güneydoğu bölgelerimizde yaygın olduğunu ve daha sonra bu bölgeden Anadolu’nun diğer kesimlerine yayıldığını anlaşılmaktadır. Nitekim taklacı ırka “Mardin” adının da veriliyor olması, bu ırkın köken olarak bu ilimizden yayılmış olabileceğini düşündürmektedir.
    Anadolu Selçukluları ile birlikte, Anadolu’ya gelen ırkların başında bugün ülkemizde “Selçuklu” ve “Taklambaç” adı ile bilinen güvercin ırkları bulunmaktadır. Etimolojik incelemeler güvercin adlarının koyulmasında yöresel ve ülkesel adların yoğun olarak kullanıldığını göstermektedir. Buradaki Selçuklu adı bir hükümdarlığı temsil etmektedir. Anadolu Selçuklu döneminde Konya’nın başkent olduğu yıllarda Konya’da güvercin yetiştiriciliğinin hayli yaygın olduğu bilinmektedir. Hatta Konya’nın o dönemde bir güvercin başkenti olduğu söylenebilir. Konya’da bulunan Selçuklu sultanlarına ve vezirlerine hediye olarak çeşitli ülkelerden güvercinlerin gönderildiğine ilişkin kayıtlı bilgiler bulunmaktadır.
    Selçuklu Sultanlarının Selçuklu ırkı güvercinleri koruyabilmek amacı ile saray dışına çıkışına izin vermedikleri bilinmektedir. Bu kuşlar hediye ve satış da dahil olmak üzere hiçbir şekilde Konya dışına çıkartılmamışlardır. Konya’da 1200’lü yıllarda yaşadığı bilinen Hz. Mevlana’nın da Selçuklu ırkı güvercin yetiştirdiği menkıbelerde kayıtlıdır. Bu nedenle daha sonraları onu izleyen çelebiler de güvercin yetiştirmiş ve bu çelebiler arasından ünlü kuşçular çıkmıştır. Selçuklu devleti sonrasında, Osmanlı döneminde de Konya’da bulunan bazı zengin ailelerce bu güvercinlerin soyu titizlikle korunmuştur. Selçuklu kuşlarının İstanbul’da bulunan Osmanlı sarayına geliş tarihi 1875 yılında II. Abdülhamid’in padişahlığı dönemindedir. Bu güvercinler dünya üzerinde soyuna kan karışmamış ender güvercin ırklarından biridir. Selçukluların güvercine verdikleri değer onların sanatına da yansımıştır. Bugün Konya’da bulunan çini eserler üzerinde Selçuklu güvercinlerine ait figürlere rastlamak mümkündür. Başka bir örnek de Selçuklu döneminden kalma bir yapı olan Denizli yakınlarındaki Akhan Kervansarayında görülebilir. 1253 yılı yapımı olan bu kervansarayın köşe sütun başlıklarında güvercin motifleri yer almaktadır.
    OSMANLI TOPLUMUNDA GÜVERCİN YETİŞTİRİCİLİĞİ
    Osmanlı sarayında başlangıçta kuşçuluk, daha çok avlanma gereksinimi ile birlikte yürümüştür. İlk padişahlar ava önem veren kişilerdi. Bu dönemde sarayda, Doğancıbaşı, Atmacacıbaşı, Şahincibaşı, Çakırcıbaşı gibi kuşlarla ilgilenen rütbeli kişiler bulunmaktadır. Bunların denetiminde çalışan ve belli bir hiyerarşi içinde dizilmiş birçok görevli vardır. Sonradan bu av geleneği terk edilmiştir. Padişahlar 5. Mehmet’ten sonra av ile ilgilenmemişlerdir. Ancak “şikar halkı” denilen bu av teşkilatı korunmuştur. 1600’lü yılların başında sarayda görevli 30 doğancı, 271 çakırcı, 276 şahinci, 45 atmacacı olmak üzere 592 görevli çalışmaktadır. İlerleyen yıllarda bu görevlilerin sayıları azalmıştır.
    Ünlü Osmanlı gezgini Evliya Çelebinin Seyahatnamesinde belirttiğine göre, 1600 lü yıllarda Osmanlı’da, İstanbul’da bulunan kuşbazlar 500 dükkan ve 600 kişiden oluşmaktadırlar. Yetiştirilen güvercin ırkları ise şöyle sıralanmaktadır. Pal, taklabaz, şeber, cevizi, Şami, Mısıri, Bağdatlı, munakkit, alare, marselos (martoloz), demkeş, sabe, talazlı, pelenk, jebar, kızıl ala, kara ala, tekir ala, varkil ala, sade kut, taçlı kut, çakşırlı kut. Osmanlı döneminde bir şenlikteki geçit alayını gösteren 1582 tarihli bir minyatürde, kuşlarla beraber yürüyen kuşbazlara yer verilmiştir. Bu minyatür kuşbazların toplum içindeki yerini göstermesi açısından anlamlıdır.
    Osmanlı sarayının, bir yandan Anadolu’nun yerli ırklarını geliştirirken bir yandan da yayıldığı çok geniş coğrafya içersinde ve bu coğrafyaya komşu ülkelerdeki güvercin ırklarını topladığı ve ıslaha çalıştığı bilinmektedir. Osmanlı’da gerek İstanbul’da gerekse İstanbul dışındaki saraylarda, saraya bağlı çiftliklerde, mutlaka bir “güvercinlik” bulunmaktadır. Bu güvercinliklerin bir örneğini günümüzde İstanbul’da Dolmabahçe sarayı bahçesinde görebilmek mümkündür. Osmanlı toplumunda kuşlarla ilgilenen kişilere genel olarak “kuşbaz” adı verilmektedir. Sarayın kuşbazları genellikle saray bahçelerinde bulunan ve “kuşluk” adı verilen bölümde yetiştirilen kuşlarla ve güvercinlerle de ilgilenmektedirler. Osmanlı toplumunda dikkati çeken bir özellik güvercinlerle ilgili her türlü belgenin titizlikle ve düzgün olarak kayıt edilmiş olmasıdır. Ancak ne yazık ki Osmanlı arşivinin bugün tamamı elimizde değildir. Osmanlı arşivinde güvercinlerle ilgili tespit edebildiğim belgeler, 1877 ile 1908 tarihleri arasında yaklaşık 40 kadar belgeden oluşmaktadır.
     
    HALKIN GÜVERCİNE VE KUŞBAZLARA YAKLAŞIMI
    Osmanlı toplumunda halk içinde daha çok dini yaklaşımlar sonucu güvercin hep kutsal bir kuş olarak kabul edilmiştir. Bunun bazı dönemsel ve yöresel istisnaları vardır. Ancak ülke genelinde güvercin ve genel olarak da kuşlar hep kutsal canlılar olarak değerlendirilme eğiliminde olmuşlardır. Kuran’da Nur suresinde kuşların tanrıya dua ve tesbih eyledikleri zikr edilmektedir. Halk içinde cami avlusunda dolaşan güvercin ve kumruların hu ! hu ! şeklinde öterek dolaşmaları, bu kuşların Allah adını zikr etmeleri anlamında yorumlanmış ve bu kuşlara dokunulmadığı gibi yemlenerek beslenmişlerdir. Gene Osmanlı döneminde yaygın olan bir adete göre, günahlarını af ettirmek isteyen ya da sevap kazanmak isteyen kişiler, esir (köle) azat ederlerdi. Esir sahibi olup da azat edemeyenler ise kuş azat ederlerdi. Kuş pazarlarında azat edilmek için satılan ve adına “adak kuşları” denilen çeşitli kuşlar bulunmaktaydı. Adak kuşları kuş pazarından satın alınır ve “azat mezat beni cennet kapısında gözet” denildikten sonra uçurularak serbest bırakılırlardı. Kuşlar eski dönemlerde hep haber getiren ve müjdeleyici varlıklar olarak görülmüşlerdir. Hz. Süleyman’ın Saba melikesi Belkız ile haberleşmesini sağlayan bir ibibik kuşudur. Hatta bu nedenle kuş resimlerine suret gözüyle bakılmadığı bilinmektedir. Bu konudaki örnekleri çoğaltabilmek mümkündür. Bütün bunlar Osmanlı toplumunda kuşlara verilen önemi göstermesi açısından anlamlıdır.
    Bunların yanı sıra Kuran’da yer alan Hz. Muhammet’in Kureyşliler’den kaçarken saklandığı mağarada bir güvercinin ona yardım etmesi olayı ve Hacı Bektaşi Veli’nin Horasan’dan Anadolu’ya gelirken güvercin kılığında geldiği yolunda ki rivayetler sonucu İslam dini ve Bektaşiliğin yanı halk arasında da güvercinler hep özel bir öneme sahip olmuşlardır. Bunu Osmanlı dönemine ait birçok eserde görebilmek mümkündür. Bektaşilerin önemli dini mekanlarından biri olan ve 1519 yılında Hacıbektaş ilçesinde yaptırılan Balım Sultan türbesi içinde, üzerinde güvercin motifleri bulunan şamdanlar bulunmaktadır. Gene bu türbenin külahı üzerinde gökyüzüne doğru uçan bir güvercin alemi yer almaktadır.
    Osmanlı toplumunda güvercin yetiştiriciliği saray içinde ve halk arasında oldukça yaygın bir uğraştır. 1600’lü yıllarda yaşadığı tahmin edilen Karacaoğlan’a ait olan bir halk türküsünde bile taklacı güvercinlerden bahsedilmektedir. Yaptığım araştırmalardan, taklacı ırkın daha çok halk içinde yaygın olduğunu, saray da ise süs güvercinlerinin makbul kabul edildiği sonucuna vardım. Osmanlı toplumunda güvercinin böylesine özel bir yeri olmasına karşın halk içersinde güvercin yetiştiren kişilere (kuşbazlara) pekiyi gözle bakılmadığı da bir gerçektir. Aslında bu yargı oldukça eskilere ve hatta Orta Asya Türk topluluklarına kadar gitmektedir. Güvercin yetiştirenlerin daha çok başıboş kişiler oldukları, günlerinin büyük bölümlerini kuşlarla geçirdiklerinden evleriyle ve aileleriyle ilgilenmeyecekleri düşünülür. Hatta bu nedenle kuşçulara kız vermeye bile yanaşılmazdı. Eski bir atasözü,  “Kuşbazı ve kumarbazı öldüren gazi olur” der. Bu söz bile toplumun kuşçulardan pek hoşnut olmadığını göstermektedir.
    Kuşçuların hoş karşılanmamalarının bir nedeni de eskiden evlerin avlulu ve birbirine bitişik olması nedeni ile bir evin damına çıkan kişinin, komşu evin avlusunun içini görebilmesinden ileri gelmektedir. Bu avlu kısmı Türk toplumunda evin mahrem yeridir. Çünkü evin kadınları burada dolaşır ve günlük işleri yaparlar. Kuşçular kuş uçurmak ya da yakalamak amacı ile hep damlarda gezdiklerinden bu kişilerin diğer evlerin kadınlarını gözetledikleri düşünülmektedir. Osmanlı Devlinde bu nedenle kuşçular güvenilmez kişiler olarak görülürler ve kuşbazların mahkemede tanıklığı geçerli kabul edilmezdi. Geçmiş ahlak anlayışının bir devamı olarak, bugün bile güvercin yetiştirenler bu anlayışı kırabilmiş değillerdir.
    Ancak bütün bunlara karşın Osmanlı toplumunda güvercin yetiştiriciliği geleneksel ve yaygın bir tarza sahiptir. Osmanlı döneminde Kilis’te güvercin yetiştirenlerin giydikleri özel bir kıyafet bulunuyordu. Bu kıyafet aynı bugün folklor ekiplerinin giydiklerine benzer tarzda belli biçimde, belli kumaşlardan ve belli giysi tiplerinden oluşmaktaydı. Mazlum Nusret Kılıçkıran, “Kilis’te kuşçuluk” adlı makalesinde bu kıyafeti en ince ayrıntılarına kadar tanımlamaktadır. Böyle bir kıyafet şeklinin gelişmiş olması bile, Osmanlı toplumunda güvercin yetiştiriciliğinin nasıl geleneksel bir tarza sahip olduğunu ve bu tarz temelinde nasıl kültürel bir yapı geliştiğini göstermesi açısından anlamlıdır. Bu konuda farklı bir örnek olarak halk sanatının birer örneği olarak kabul edilen eski Türk halılarından bahsedebiliriz. Bu halılar üzerinde kumru ve güvercin motiflerine yer yer rastlanmaktadır. Konya müzesinde yer alan eski bir Kırşehir seccadesi olan halının orta yerinde güvercinler görülebilir. Gene eski bir Gördes halısı üzerinde kuşlara yer verilmiştir.
    Osmanlılar, güvercin çeşidi olarak kendilerinden önce Anadolu’da bulunan ırkları yetiştirmeye devam etmişler ve sonraları çoğu kendi toprakları içersinde bulunan ülkelerden farklı ırkları getirerek ıslah çalışmalarında bulunmuşlardır. Bugün Türkiye’de yetiştirilen 80 kadar güvercin ırkının hemen hepsi bize Osmanlı döneminden miras kalmış güvercinlerdir. Ancak Osmanlı’dan devraldığımız ırk sayısı 80 den daha fazladır. Bugün bazı ırklar yok olmuştur. Bu bakımdan günümüzde Osmanlı’dan devraldığımız mirası tam anlamı ile koruyabildiğimiz söylenemez.
    OSMANLI SARAYINDA GÜVERCİNE VERİLEN ÖNEM 
    Osmanlı devletinde dikkati çeken bir özellik, güvercinlerin Osmanlı sarayının değerli hayvanları arasında sayılması ve sarayda yetiştirilen güvercinlerde kesinlikle melez ırk bulundurulmamasıdır. Bu konuya dikkat edilmesi gerektiğini belirten bir belge Osmanlı devlet arşivinde mevcuttur.
    Hatta saray yönetimi güvercinlerin eğitilmesi, ıslahı gibi konularda bilgisine başvurulmak üzere yurtdışından uzmanlar getirmekten bile çekinmemektedir. Bu konuda 1883 yılında Fransa’dan Möso Jumbar adlı bir güvercin uzmanı getirildiği ve uzmanın konu ile ilgili olarak yazdığı bir yazının çevirisinin güvercin yetiştiriciliğinde kullanıldığı gösteren bir belge bulunmaktadır.
    Osmanlı’da halkın güvercinlere olan ilgisi de oldukça fazladır. O dönemde Osmanlı’da kurulan açık güvercin pazarlarının başında Üsküdar pazarı gelmektedir. Bunun yanı sıra Pera’da da (Beyoğlu) bir açık pazar olduğu bilinmektedir. Üsküdar’da 1887 yılından itibaren düzenli bir güvercin panayırının kurulduğunu ve bu panayıra ilgi oldukça fazla olduğunu,  1899 yılında panayırın açılışında güvenlik önlemleri alınması gerektiğine ilişkin bir belgeden anlamaktayız. Ayrıca açık pazarların yanı sıra güvercin yetiştiricileri çarşı içindeki dükkanlarda da kuş satışı yapmaktadırlar.
    Osmanlı döneminde güvercinlerle ilgili yazılı belgeler daha çok son döneme aittir. Ülke içinde saraya bağlı çeşitli çiftlikler arasında güvercin nakillerinin yapıldığı bilinmektedir. Aynı nakillere İngiltere ve Fransa başta olmak üzere Amerika gibi dış devletler ile de rastlanmaktadır. Buradaki kuş alış verişi, devletler arasında yapılmakta ve padişahın fermanı ile olmaktadır. Bu yıllar Avrupalı gezginlerin Anadolu’da turlar düzenlediği ve özelliği olan nadir hayvan, bitki türleri ile, çeşitli eşya, kumaş ve tarihi eserlerimizi serbestçe yurt dışına taşıdıkları yıllardır. Aynı yıllar, bazı güvercin ırklarımızla birlikte Ankara keçisinin de yurt dışına çıkartıldığı dönemdir. Gerek kapitilasyonlar ve dışa bağımlılık, gerekse feth edilen coğrafi alanın geniş olması ve son dönem Osmanlı padişahlarının bu konuda gerekli titizliği göstermemeleri sonucu Osmanlı devletinin son dönemlerinde güvercin ırklarımızın iyi korunamadığını söyleyebiliriz.
    Osmanlı’da kuş ticareti sadece dışarı kuş gönderilmesi şeklinde değildir. Dışarı ülkelerden Osmanlı’ya kuş getirildiğine ilişkin belgeler de bulunmaktadır. Hindistan’dan, Kalküta’dan, Girit’ten İstanbul’a kuş ve güvercin getirildiğine ilişkin belgeler vardır. Hatta Osmanlı’nın bu konuda kurnazca davranıp farklı ülke kuşlarını çaktırmadan topladığına da şahit olmaktayız. Bu konuda Ahmet Ratip Paşa adlı bir Osmanlı paşasının Hint ülkelerinde basit bir seyyah gibi dolaşarak papağan, güvercin, kumru ve ipekli Hint kumaşı toplamaya devam etmesi yolunda bir belge bulunmaktadır.
    Ülke içinde ise Konya ile olan kuş alış verişi dikkat çekicidir. Bu durum Selçuklu devletinden bu yana Konya’nın güvercin konusunda gelişmiş bir merkez olduğunu düşündürmektedir. Sarayın Konya Valiliği’nden melez olmayan kuş taleplerine ilişkin belgeler vardır. Konya ile olan kuş alış verişi eskiden beri devam etmekte olan bir tarz havası vermektedir. Bu konudaki en eski belge 1881 tarihlidir. Aynı zamanda sarayın Konya ahalisinden isteyenlere dağıtılmak üzere 195 çift güvercin gönderdiği de bilinmektedir.
    OSMANLI DEVLETİNDE POSTA GÜVERCİNİ YETİŞTİRİCİLİĞİ
    Osmanlılar da başlangıçtan beri savaşlarda haberleşme amaçlı posta güvercini kullanıldığı bir gerçektir. Hatta Diyarbakır’ın Osmanlı topraklarına katılması böyle bir güvercinin ulaştırdığı haber sonucu olmuştur. Şah İsmail ve onun denetimindeki Karahan komutasında bulunan İran orduları, Diyarbakır kalesini kuşatmıştır. Kale halkı kuşatmaya karşı direnmiş ancak açlık ve kıtlık sonucu teslim olma noktasına gelmiştir. Tam bu noktada halkın imdadına bir posta güvercini yetişmiş ve Osmanlı ordusunun Bıyıklı Mehmet Paşa komutasında büyük bir ordu ile İstanbul’dan yardıma geldiği haberini getirmiştir. Bunun üzerine halk direnişe devam etmiştir. Bu ordunun Diyarbakır’a ulaşması sonrası 10 Eylül 1515 tarihinde Diyarbakır Osmanlı topraklarına katılmıştır.
    Bu tarihten sonra her 10 Eylül gününde Diyarbakır’da kurtuluş şenlikleri düzenlenmesi bir gelenek haline gelmiştir. Bu şenliklerin en önemli özelliklerinden biri de güvercin yarışmaları düzenlenmesi ve yarışı kazananlara altın olarak ödül verilmesidir. Bu gelenek, Diyarbakır’da  400 yıl yaşatıldıktan sonra ne yazık ki 1. Dünya savaşının kıtlık dolu yıllarında ve onu izleyen Cumhuriyet döneminde unutularak terk edilmiştir. Bu geleneğin bölgede güvercin yetiştiriciliğini ciddi şekilde teşvik etmiş olması doğaldır. Bu gün bile Diyarbakır’ın güvercinleri ile ünlü bir kentimiz olmasında bu geleneğin etkisinin büyük olduğu düşüncesindeyim. Osmanlılarda haberleşme amaçlı kullanılan güvercinlerin başında Bağdat güvercini gelmektedir. Bağdat güvercinleri o dönemde gerçektende çok kıymetli ve değerli olarak kabul edilmekteydiler.
    Osmanlı’da posta güvercini yetiştiriciliği daha çok askeri amaçlı olarak ele alınmaktadır. Bu konudaki en eski belge 1890 tarihlidir. Bu belge, Osmanlı ordusunda askeri amaçlı posta güvercini yetiştirilmesini öngörmektedir. Bu tarihten itibaren Osmanlı ordusu posta güvercini alımları yapmakta ve bunların eğitimi ile ilgili çalıştığını bilmekteyiz. 1897 tarihli bir belgede “güvercin posta muhafazası” adlı bir icadın Paris’teki Osmanlı büyük elçiliğine gönderildiğini öğreniyoruz. 1895 yılında yazılmış “posta güvercinlerinin terbiyesi” adlı bir yazı Osmanlı devlet arşivinde bulunmaktadır. Gene savaş zamanı Kerç ile Kefe ve Sivastopol arasında haberleşmede kullanılmak üzere posta güvercini eğitildiği 1898 tarihli bir belge ile bilinmektedir. 1895 tarihli bir başka belgeden ise, Rus filosunun Karadeniz’deki manevraları nedeni ile İstanbul ve Nikolajow veya Sivastopol arasında haberleşmenin sağlanması amacı ile Büyükdere’deki Rus büyükelçisinin konağının bahçesine bir posta güvercini istasyonu kurulduğunu öğrenmekteyiz.
    CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA GÜVERCİN YETİŞTİRİCİLİĞİ
    Osmanlı sonrası Cumhuriyetin ilk yıllarında da ordu içinde posta güvercinlerinin önemli bir yer tuttuğunu görüyoruz. Ülkemizde güvercinler konusunda yayınlanan ilk kitap 1925 tarihlidir. Bu kitap posta güvercinleri ile ilgilidir. 1923 yılında Cumhuriyet kurulmuş olmakla birlikte henüz harf devrimi yapılmamış olduğundan (harf devrimi 1928’de yapıldı)  bu ilk kitap Osmanlıca’dır. Nuri Halil adlı bir subayımız tarafından yazılmış olan 48 sayfalık bu kitap, “Muhabere vasıtalarından güvercin usul-i talim ve terbiyesi” adını taşımaktadır.
    1931 ve 1936 yılları arasında Cumhuriyet arşivi kataloglarında posta güvercini yetiştiriciliği ile ilgili çeşitli kayıtlar bulunmaktadır. Bu kayıtlardan o dönemde posta güvercini alış verişinin Rusya ile yapıldığı anlaşılmaktadır. Rusya’dan güvercin istasyonları, muhabere malzemeleri, güvercin maskeleri ve selloloit halka alındığı bu kayıtlarda görülmektedir. 1936 yılına ait bir kayıtta 5000 adet selloloit halka sipariş edilmiş olması ordunun posta güvercini sayısı hakkında kısmen bir fikir vermektedir.
    Bu yıllara ilişkin önemli bir bilgi de, Mustafa Kemal Atatürk ile ilgilidir. Ankara’nın 1923 yılında Cumhuriyetin ilanından 16 gün önce başkent olması ve arkasından Cumhuriyetin ilanını takiben Ankara’da ilk Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılmıştır. Bu seçimde Atatürk ilk Cumhurbaşkanı olarak seçilmiştir. Atatürk bu yıllarda 1921 yılında kendisi için satın alınan Kasapoğlu köşkünde oturuyordu. Bu yapı bugün de korunarak yeniden düzenlenmiş ve 1932 yılında Cumhurbaşkanlığı köşkü haline getirilmiştir.
    Atatürk’ün bu köşkte yetiştirilmek üzere Selanik (Dönek) ırkı güvercin getirttiği bilinmektedir. Bu bilgilerden Atatürk’ün de güvercinlere meraklı olduğu ve belki de doğum yeri olan Selanik’te de yetiştirildikleri için bu güvercinleri tercih ettiğini söyleyebiliriz. Bugün Çankaya köşkünde bu güvercinlerden bulunmamaktadır. Belki Atatürk’ün ölümünden sonra Atatürk Orman Çiftliği’ne nakledilmiş olabilirler.
    Yazan: Yavuz İşçen / Ankara
    Mayıs 2003
    e-posta: yavuziscen@gmail.com
    http://yavuziscen.blogspot.com